28 Kasım 2010 Pazar

Galatasaray-Beşiktaş

Ali Sami Yen'deki son derbimiz, bu açıdan da çok önemli bir maç. Ayrıca kaybeden takım şampiyonluk yarışında çok ağır bir yara alacak ki Türkiye'nin en büyük takımlarından ikisinin böyle durumda olması da trajikomik. Tek umudum bu maçla ilgili mücadele isteğimizi biraz daha artmış görmek zira elimizde başka bir şey kalmış değil, ha bir de bu kadar önemli bir maçta tribünleri 30. dk'dan itibaren uyutucu tezahüratlar söylerken görmek yerine 90 dk boyunca bağıran taraftar istiyorum.

Son olarak, bir kadro değerlendirmesi yapmak lazım, parantez içi benim tercihim.

Ufuk(Ufuk)- Ali Turan(Sabri)-Neill(Neill)-Servet(Hakan)-Hakan(Insua)-Cana(Cana)-Ayhan(Ayhan)-Sabri(Aydın)-Elano(Elano)-Kewell(Kewell)-Pino(Pino)

Ali Turan sağbekte değil bu takımın tesislerinde bile olmamalı, tamam acımasız olmamak lazım ama bir yerden sonra gereken ruh ve çabayı görmeyince taraftarın sabrının taşması oldukça doğal. Servet ile Hakan arasında seçim yapmak zor, çünkü ikisi de sağolsunlar Rijkaard döneminde nefretimi kazandılar, ama Hakan'dan yana kullanırım stoperde tercihimi ( Rijkaard döneminde bayağı iyi oynamıştı.) Ve tabii ki de Ayhan-Cana-Sabri üçlüsünü defans yaparken yan yana kullanıp atakta Sabri'yi 4-2-3-1'in 3'lüsünün sağında oynatma fikri var ama Hagi bir 4-3-3'çü değil, o yüzden de böyle kazanmaya mecbur olduğumuz bir maçta mutlaka Aydın ya da Emre'yi kullanmalıydık (Aydın daha hızlı ve daha güçlü)

Artık Galatasaray'la ilgili değerlendirmeler yaparken içimi sıkıntı basıyor ve belki önemli olan da bu. Bu galibiyet sadece kısa vadede hedeften kopmamak için önemli, yoksa bizden çok daha iyi olmayan bir Beşiktaş'ı yenmek pek de bir şey değiştirmeyecek malesef.


23 Kasım 2010 Salı

Bir Milyon Canlı Para

Yıllar sonra güzel bir bilgi yarışması izleriz demiştik (Şu anda bir tek Kelime Oyunu var, bir de Passaparola sayılabilir), format da enteresan gelmişti. Fakat görünen o ki bu yarışma izlenmeyecek, iki-üç soruda bir reklam almak ve bir sorunun cevabını söyleyene kadar ekran karşısında izleyiciyi süründürmek tam da Türk televizyonlarında göreceğimiz, görmeyi bekleyeceğimiz bir işti zaten. Hadi ulan 90 dakikalık dizi yapıyor ve onu da 3 saate yayarak yayınlıyorsunuz da bari şu genel kültür-bilgi yarışmalarının bu kadar bokunu çıkarmayın, güzel format var işte elinizde düzgün bir yayın politikası güdün ki izlensin.

21 Kasım 2010 Pazar

Kayserispor-Galatasaray

Zirveden uzaklaşıyoruz, umudumuz gittikçe azalıyor ve belli ki tek amacımız devre arasına kadar kör topal devam etmek, dürüst olmak gerekirse bu kadar eksiği olmasına rağmen ben yenilgi bekliyordum o yüzden sonuçtan memnunum ama diğer yandan oynadığımız oyuna bakılırsa ( 9/20 şut ve %57 topa sahip olma) galip gelmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Hagi'nin hafta içindeki konuşması işe yaramış gibi. Lucas Neill tek kelimeyle "mükemmel" bir oyun ortaya koydu, Sabri hala onla dalga geçenleri utandıracak seviyede mücadele etti. Elano hakkında sürekli gidecek haberleri çıkıyor ama bence yavaş yavaş istediğimiz seviyeye gelecek. Kewell-Pino uyumu sevindirdi, Kewell'ın gücünü daha tasarruflu kullanması iyiydi. Bence kadrodaki en önemli hatalı seçim İnsua'nın yerine Hakan Balta'nın oynamasıydı, neden yedeğe çekildiğini bilmiyorum ama önemli bir şey olmalı ki Hakan gibi formsuz bir adam orda oynasın. Son not düşmek istediğim adam ise, Ali Turan. Şaşırttı açıkçası, böyle devam hocam.

Şu maçta bir galibiyet alabilseydik iyi olabilirdi, liderin iki puan kaybettiği haftada üç puan bir ivme kazandırabilirdi. Şimdi ise Sami Yen'de genelde yendiğimiz Beşiktaş var, kadro kalitesi daha yüksek ama Schuster'in garip tercihleri sağolsun galiba haftayı bir galibiyetle kapatabiliriz. Önemli olan takımın Galatasaray gibi oynaması, mücadele etmesi.

Sinir Birikmesi

Şimdiye kadar blogda hep eskiden yazdığım "komikli yazı" tabir edilen yazıları yazmaya geldim, hep aklımda bu blogu bu tip yazıların yanında siyaset ya da futbol gibi konularla ilgili de kullanabileceğim vardı fakat üşengeçliğim internet kullanıcısı kimliğime de bulaştığı için blogu kullanmak uzun süredir nasip olmamıştı. Fakat eninde sonunda öyle bir noktaya geldi ki durum; yazmak istemedikçe durum kötüleşti, kötüleştikçe daha çok yazmak istemedim ve neticesinde "zükerün ki böyle işi." kıvamına geldim, ki bu kıvam sinirlenilen konularda nirvana noktasıdır, artık ordan sonra yazmamak da zor gelir adama. Her neyse lan işte, giriş böyle. Uzun lafın kısası futbolla ilgili yazı yazacağım yani ben.
Girişi de gayet iyi getirip sonunda sıçtıktan sonra, bana bu konuda çok benzeyen başka bir arkadaşımıza geçiyoruz: Galatasaray. Bana neden benzediğini anlamışsınızdır zannediyorum eğer futbolla ilgiliyseniz, UEFA Kupası'nı kazandıktan sonraki 10 yıllık süre içinde başına 3 yılda 6 teknik direktör değiştirebilen bir yönetim getiriyorsanız, bir futbol kültürü ve stratejisi oturtamıyorsunuz demektir.
Sinirlenmeden devam ettirmek lazım, zira bu konuda çabuk sinirleniyorum: Her büyük takımın bir planı, stratejisi vardır. Samsunspor gibi Kasımpaşa gibi teknik direktör değiştirirsen sen, belli bir süreden sonra sana da asansör takım çalıştırıcısı dediğimiz Yılmaz Vural ve Erdoğan Arıca'dan başka kimse gelmez ( Ha bu vesileyle Yılmaz Vural da üç büyüklerden birini çalıştırma muradına erer, o ayrı konu.)
Her şeye kısa kısa değinmek istiyorum, aksi takdirde yazıyı bitirmek zorlaşacak benim için. Teknik direktör stratejisi konusuna yukarda değindiğim bölümden ayrı olarak şunu söylemek istiyorum: Rijkaard'ı getirip "Sezon sonuna kadar birlikteyiz." deyip pişkin pişkin güler, adamın planladığı hiçbir şeye destek çıkmazsanız adama gülerler gençler, kulüp yöneticiliği inşaat holdingine patron olmaya benzemez.
Sorunlardan biri de yukarıdaki paragrafın son cümlesinde ortaya çıkıyor zaten: Adam holding yöneticisi, iş adamı ve tamam işinde iyidir, bunu kabul ediyoruz hepimiz de bu adam futboldan bu kadar anlıyor mu acaba? Aziz Yıldırım'la Adnan Polat başta olmak üzere Türkiye'deki yöneticilerin futbol konusundaki bu mükemmel özgüvenleri Barça'nın Johan Cryuff'unu ya da Liverpool'un şu anda adını hatırlayamadığım eski futbolcu-yeni danışman'ını düşündükçe daha da komik bir hal alıyor.
Yazı inanılmaz plansız gidiyor ama bakalım şimdi: Strateji eksikliğine baktık, bunu teknik direktör düzeyinde inceledik, yöneticilerin futbola olan müdahale ısrarı ve basiretsizliğini inceledikten sonra sırada altyapı var.
Altyapıya çok da bir şey demeye gerek yok, Türkiye'nin en iyi altyapısına sahibiz, fakat Avrupa'ya baktığımızda aramızdaki fark oyuncularımızı mental olarak yetiştirmeyi beceremiyoruz. Wenger Sercan'la ilgileniyor diye bir haber çıktığında Sercan hemen sanki Agüero olmuş gibi fiziksel idmanı falan boşveriyor, kendi futbol zekasını geliştirmek gibi bir yolu seçmektense spor araba satın alıyor. Şimdi bu dediklerim de "kıskanç ve kendi başarısızlıklarını gençlerin başarılarına laf atarak örtmeye çalışan medya mensubu" sözleri gibi oldu ama öyle değil. Bizim Türkler diyorlar ya "Adım Ali değil Alinho olsa çok farklı olur." diye ben de şunu iddia ediyorum: Wenger Sercan ile değil de Sercan ( bunun da adı Sercan ama Sertzan diye okunuyor, Slovak falan işte) ile ilgilense o Slovak olan Sercan kendini geliştirmekle ilgilenir, taşak kebabı yapmazdı.
Bir önceki paragrafta da hafiften Türk futbolunu da göz önünde bulundurarak böyle bir eleştiri yaptıktan sonra şimdi geliyorum asıl şeye, atar yapmadan şimdiye kadar hakkında söylemek istediğim her şeyi çok derine inmeden söyledim.

Oğlum lan siz bu taraftarı kanser etmeye ant mı içtiniz lan? Hayır ne oluyor lan, bu takım her şeyi yaşadı çok kötü günler gördü, on dört sene şampiyon olamadı, sürekli başarısız sonuçlar aldığı dönemler oldu, ekonomik sıkıntının dibine vurdu. Ama şöyle bir şey vardı işte: Belki de bu sıkıntıların en yoğun olduğu dönemde UEFA Kupası'nı aldık biz, bakma şimdi Fenerlilerin falan taşak geçmeye çalıştığına; küçük bir olay değildi o, Dortmund'un en iyi zamanıydı, Arsenal müthiş bir takımdı, Leeds İngiltere'de coşturmuş gidiyordu. Lan dostluk vardı bu takımda, herkes birbirinin açığını kapatıyordu, birbirlerinin yaptıkları hataya "Banane amına koyayım." demiyor, açığını kapatmak için koşuyordu.
Bakın abicim, Rijkaard'ı sevmeyen çok taraftar var. Kabul edeyim ben bu konuda objektif değilim, ben küçüklükten beri Barça hastası, Ajax sempatizanı, 70'lerdeki Hollanda'ya tapan bi adamım. Cryuff benim gözümde Maradona'dan daha önemli bir adamdır ( Maradona'ya laf atıyorum zannetmeyin kendisi Tanrı'dır.) Rinus Michels dehadır falan, anladınız işte futbol görüşümü. Yani benim bu yüzden Rijkaard'a biraz taraflı baktığım söylenebilir ama Servet Çetin lan, Servet Çetin bak hani Cannavaro desen değil, Puyol desen değil. Adam resmen takımı sabote etti Sarp'la Hakan'la falan birlikte. Diyorduk ki yönetim yapmaz böyle bir salaklık, karşılarında Frank Rijkaard var. Yok ama olur mu, bu ülke Löw'ü, Hiddink'i hatta geçen sene Dünya Kupası'nı kazanan Del Bosque'yi kovdu: Hem de adama Yeniköy Kasabı diyerek.
Lan çok sinirlenmişim, yazıyı planlı bir şekilde Galatasaray'ın teknik ve idari sorunlarından başlatarak sonuna doğru oyuncuların ve takımın durumuna getirip yazıyı bugünkü maça bağlarım dedim ama biraz zor oldu.
Şunu demek istiyorum, bugünkü Kayseri kadrosunu da görünce şunu anlıyoruz: Ya Hagi hakkaten bu tayfayla konuştu dedi ki "Adam gibi oynamazsanız sizi tesislerden dışarı kramponumla kovalar, frikik atar götünüzde top patlatırım." ya da artık Hagi de devreyi bekliyor "Napıcam lan ben bu odun tayfasıyla?" diyor. Ne olursa olsun, bugün son şansları. Taraftarı Ali Sami Yen'in son senesinde o tribünlerde protesto yapmaya zorlamayın, adam olun çıkın topunuzu oynayın.

Not: Şunun yanlış anlaşılabileceğini farkettim. Ben hiçbir zaman oyuncuların yeteneksizliğini ya da futboldaki mental yetersizliklerini konu ederek eleştirmedim. Tamam farkındayım Barış'ın Sarp'ın futbol zekaları 7-8 yaş civarı ( 7-8 yaş civarı futbol zekası: Aa, 2 metre yanımda arkadaş var, hadi ona pas atayım.) Bizim taraftar olarak karşı çıktığımız tek şey: Ruhsuzluk, mücadele etmemek, o armaya gereken saygıyı göstermemek.

Oh ulan, içimde kalacağına yazayım blogda dursun. Haydi ulan, armanızı bilerek, bu takımın değerini bilerek oynayın, 10'u üzmeyin, alın şu üç puanı!

18 Eylül 2010 Cumartesi

Başlık Olmasa Olmuyo mu?

- Başlığı bulmakta o kadar zorlandım ki en sonunda "Nükleer Başlık" koyacaktım adını, şurda zaten 4-5 kişilik bi okur kitlem var onları da kaçırmayalım diye yapmıyorum. Yoksa, yaparım bilirsin!

- “Ananıski, lan bi buçuk aydır yazı yazmamışım onu da beğenen olmamış zaten.” dedikten sonra oturdum bilgisayarın başına, en sonunda da “Zükerün böyle işi yazamıyorum ulan ben.” diye kalktım. Ama yok hacım, bugün bu yazı bitenzi.

- O değil de lan Formspring kimseye yaramadıysa şu sapıklara yaradı. “Bakire misin?” nedir oğlum, kafalar mı güzel?

- “O değil de” kalıbı olmasa ben sosyal hayatta bir hiçtim, bu kadar da net kabul edebilirim bu gerçeği. Seviyorum lan seni “O değil de.”- Daha çok bir Afrikalı oyuncu havası yok değil “Odeyilde Mambamba” gibi.

- Şu yukarıdaki saçma ötesi maddeyi yazmamın tek sebebi geçen iki saat içinde kesintisiz FM oynuyor oluşumdur.

- Peki “Full yapanlar oldu.” diyen hocayı “Fulya Pandaroğlu” diye anlamak…

- Küçük İskender ve Sözleri hayatımıza girmeden önce her şey daha bi güzeldi sanki, oğlum çık git lan hayatımdan.

- Yo, tahmin ettiğiniz üzere ( yo deyince de direk amerikan rapçi şeyiymiş gibi oluyo, çek idağt!) "orijinal olan şeyleri popüler olana kadar sevme, ondan sonra bok atma" hastalığına tutulmuş bir birey değilim, gerçek şu ki ben kendisini çok bilinmezken de sevmezdim.

- Fakat sembolizme kızıp, İskender'e laf atıp milletten ( daha spesifik olarak ergen kızlardan) laf yemeyi göze alan biri olarak babasına otlu peynir kokusu diyen bir adamın şiirlerine hasta olmam da çok ayrı bir ikiyüzlülük meselesi.

- Otlu peynir ne lan diye düşününce de düz adam, öküz, odun falan dersiniz. Hangimiz babamızı otlu peynir kokusuna benzettik amk?

- O şiir de güzeldir he canlar.

- Ha bir de Can Yücel mevzuu var ki artık ben de bokunu çıkardım sadece deyip kaçıyorum: Eğer o şiirler Can Yücel’inse on gün boyunca hepsini günde on kez paylaşıp üstüne de “Can Baba ne kadar güzel yazmış.” “Aşkım ayrılmayalım biz hiiççç ” “Giden midir terk eden yoksa kalan mı?” falan yazıcam, aha da buradan sözüm söz.

- O giden midir terk eden falan diye başlayan sikko cümle de çok net kendini kandırma cümlesidir, lan oğlum adam/kadın gitti, sen nereye terkediyosun?

- Peki ya Köyceğiz sahilinde adamın Olgun Şimşek’le girdiği Playlist’i Serdar Ortaç’la bitirip tabiri caiz ise sıçıp batırması.. Olgun iyiydi, Serdar nerden çıktı lan?!

- Referandum kafası da çok ayrı oldu ( -Ana, ciddi ciddi siyaset mi konuşacak kız bu?) Şimdi efendim evet, hayır falan bunları geçelim; benim hiç anlamadığım bir şey var: Yahu siz anayasa tartışmak için oradaydınız; bir baktık havuzlu villayla başladı, fındığa, soya sopa girdiniz. Sanki mitingler başlarken arkadan bir inci’ci “Seviyeyi yükseltmeyin!” uyarısı çakıyor gibi. Ağustos sıcağı falan dedik hani belki ondandır. Ama bir yere kadar yani.

- “Bu anayasa fındığa çare olacak mı?” Aman aman çok fena, Gandi Kemal referandumu genel seçimle karıştırırsa… Olaylar gelişir.

- İkinci aman aman çok fena’da tabii ki de başbakanımdan geliyor, ya sen listeden eksik kalır mısın canım benim: BDP’ye halkın iradesine karışmayın deyip bu anayasaya evet vermeyen vatan hainidir ya da delidir diyecek bir bakan bulunduruyorsun bünyede, hani fark etmemişsinizdir dikkatinizi çekeyim dedim. Evet sayın başbakanım, saygılar başbakanım.

- Referandum süreci şarkılar, türküler ( en çok da yıllarca “Seviyorum Seni”sine hayran olduğum Onur Akın’ın “Geliyor Kılıçdaroğlu” diye bağırması üzüyor bünyeyi, her neyse) ama en bombası ve Ağustos sıcağında bizi güldüren ayrıntı Erdoğan’ın “CHP başörtüsüne çare olabilir mi?” sorusuna gelen EVET cevabı. Sonra koyunlaştırıyorlar deyince kızıyorsunuz ama.

- Game Türk olsaydı: When that DOĞAN SLX bounce you could see the chrome under.

- Hassiktir, DMX ile Busta Rhymes şarkı yapıyorlarmış. Büyük bir ihtimalle “Benim param var, gerçekten bak, çok şükela arabalarım da var bi de karı kız götümüzden ayrılmıyor hepsiyle de ayrı sevişiriz, öyle adamlarız biz.” Mesajı veren ( Ne pis mesajmış arkadaş lan.) bir şarkı ama olsun, o enerji Voltran’ı oluşturur şerefsizim.

- Sen aşkı çiçek böcek sanmışsın. – Birader yanlış geldin sen galiba. 

- Waka Waka Hey Hey!! - Lan bi siktir git!1!1!1! - Sami abi ya, Sami abi ya!! - Bana abi deme, bana abi deme!!! ( Bünye bir hafta "Waka Waka"ya maruz kalınca ortaya dünyanın en saçma esprisi çıktı.)

- Peki yazıyı yazmamın saçların yeniden brokoli haline gelmesiyle denk gelmesi... Bu tepemdeki olmadan yazamıyorum valla.

- Bitti.

16 Temmuz 2010 Cuma

Ne Yazıcam Lan Ben Endişesi

- Lloyd Banks “Geri geri geri at at at at at.” Dermiş gibi “ Get it get it get it hot hot hot hot hot.” diyor. Bu tespiti yaptım da başım göğe mi erdi, hayır.

- Neticede gecenin bir yarısı shuffle’da çalan ipod’u dinlerken “let the judges frown”u “let the judges falan” diye duyup sonra da rahat on dakika buna gülen bir adamım.

- Ayça Aydoğdu gülsün, dünya gülsün.

- O değil de Çarkıfelek yeniden ekranlarda. Lan n’oliy?

- Çarkıfelek’ten sonra Çocuklar Duymasın da geri dönüyormuş, hadi bir bölüm izledik diyelim “Ayşecan Tatari mi o kız?” diye sorduk soruşturduk, o olup olmadığına kanaat getirdikten sonra da “Vay, çok güzel olmuş.” falan dedik, e ulan konu bitti. Haluk’un “ba-ba-ba x24234” formülüyle mi götüreceksiniz diziyi?

- Birol Güven bir ara hayatımızdan uzaklaşmıştı aslında, hiçbirimiz de bunu dert etmemiştik ama özlediğimizi düşünmüş olacak zaar, geri geldi.

- Bu kadar nefret ettiğim dizinin şu şarkısını ise hala hatırlıyorum: “ Havalı, havalı, havuç kafalı- Etrafı, güzel kızlarla sarılı.”

- Ya o değil de, ekşisözlük’te Ayça’cığımın 12 entry’si varken, Burcu Esmersoy’un 841 entry’si var. Ulan yuh, 841 nedir arkadaşım. Hadi Burcu (ki severiz spor haberlerini sunarken falan) güzellik yarışmasından bilmemneye kadar her yere katılarak 841 entry almış olabilir de. 12 ne ulan? Çok ciddi ağlamak istiyorum.

- Bloga arkadaş gazıyla giriyorsun, sonra eski materyali ( kullanılabilir olanları) bitirdikten sonra mal gibi kalıyorsun ya, hayata lanet bile değil nalet okuyorum artık o derece.

Yazması Kolay da Başlığı Koyarken Zorlanıyom Biliyon mu?

- Editörüm Beste an itibariyle Feysbuk semalarında olmadığından güzel bir başlık bulamadım, ben de başlık olayının bokunu çıkarmış bulunmaktayım an itibariyle.
- Tupac'ın da en güzel dizeleri "We must remember that tomorrow comes after the dark, so you'll always be in my heart with unconditional love." değildir de nedir, söyleyin nedir?
- Şevval Sam, bir janrı ( tür yerine janr dedim, mutluyum gururluyum) da kötü söyle be ablacım ya. Arabesk söylemiş kendisi yeni kasetinde, özellikle İbrahim Tatlıses eserleri şükela olmuş.
- Şevval Sam deyince de akla Kazım Koyuncu gelir, Gelevera Deresi gelir. Gelevera Deresi geldi miydi de ağlayası gelir ya insanın, o duruma sinir oluyorum işte ben.
- Ulan yıllardır severek dinlediğim şarkı da Eternal Flame diye bir şarkıymış, direk indirdik Ölümcül Playlist’e ekledik, hayvan oldu o playlist yakında kendini yok edecek diye korkuyorum ( İçerik bilgisi: Kazım, Olgun Şimşek, Guns ‘N’ Roses, Ahmet Kaya, Onur Akın, Scorpions, Il Divo, Pearl Jam ve daha niceleri)
- Tayyip’in futbol metaforlarından yediği ekmeği Eazy-E Khaki Suit’ten yemedi ya, başka da bir şey demeye gerek duymuyorum.
- Şimdi adını hatırlayamayacağım fakat beyinde göt kadar bir bölge var, umut falan işlerini düzenliyor. Beğeniyle takip ediyoruz kendisini.
- Üç kez taşındık, üçünde de ben taşınma sırasında tatil yapıp çok afedersiniz ama bi tarafımı büyütüyordum. Ulan hiçbir şey yapmamama rağmen üşeniyorum ya taşınma işinden, orası enteresan işte. Fakat taşınmanın böyle bi imajı olduğunu kimse inkar edemez, sadece kolilere kitapları kaldırıp götürmek olaydı çok daha şükela olurdu da buzdolabı var ulan söz temsil, ne edecen?
- Söz temsil deyince de aklımıza ne geldi, hatta dürüst olmak gerekirse zaten aklınıza gelsin diye yaptım. Neden? Çünkü yazı hiç güzel olmuyor, ne güldürüyor ne bir şey. Bari şu Ege’li süper abimizi hatırlayın da yüzünüzde bir tebessüm oluşsun, tek istediğim bu.
- “Gün kısa paslarla sonuca gitme vakti.” Yeaak yeaaaaa, sahaya koyun bir ter atsın iki üç tur atsın, yoruldu zaar.
- Gece iki buçuğa kadar yatmıyorum, müzik dinliyorum kendimi iyice gaza getiriyorum. Garnett ulan diyorum, Kobe diyorum hepsi yarım saat sonra. Sonra on beş dakika kala kedim geliyor yanıma, iki mırlıyor, kafayı sokuşturuyor. Uykum geliyor ve uyuyorum, sonra sabah kalkınca çok üzülüyorum ben. Adeta hayattan soğuyorum ulan, yeter. Bu gece Kaan Kural’ın müthiş komik(!) anlatımıyla efsane final serisinin 4. maçını izleyebileceğim umarım.
- Stoch nedir? Fenerbahçe’nin Stoch’u bizden önce almasıyla yaptığı hareketten çıkan sestir. Ştoğğhhkkk. Valla oluyor, ayrıca belirteyim Galatasaraylıyım.
- Asıl soru şudur yeğen, gönül razı mı yarım ekmek arasına?
- Nasıl bir gaza geldiysem lens takınca bildiğin güzelleşeceğim zannediyordum ulan ben. Ama çok rahat, valla bak. Temiz kullanırsan şükela bir olay.
- Allah ulan, Dünya Kupası başlıyore. Hazırlayın biraları, vuvuzelaları. Messi geliyor, Robben geliyor, Xavi- Iniesta- Fabregas triosu geliyor. Bu kadar sakat olması da düşündürmüyor değil: Hepiniz mi cenabetsiniz ulan?
- Ya Mehmet Ali Birand’ın “Trt yeni bir teknolojiyle yayınlayacak, hade, çok güzel bir teknoloji. Alın deneyin.” demesi, ulan kendi kanalının hade yayını var, yuh.
- Otobüsten inince eve giderken beş yüz metre kadar düz bir yol var, bazen bir enerji geliyor; o yolu koşmak istiyorum. Sonra etraftaki insanlar tarafından “çişi gelmiş çocuk” olarak algılanacağımı düşünüp “Hassiktir.” Dedikten sonra yavaşlıyorum, sonra yürümeye devam ediyorum. Koşsam salak bir görüntü, yavaşlasam daha da salak; adeta bir “hedeflerine ulaşmak için hiçbir zorluğu göze almayan piç” damgası yiyorum toplum tarafından, resmen neden yavaşladın diye suçluyorlar beni, anlıyorum bakışlarından. “Ayıp ama.” diyorum.
- “Yaptığı sakarlık ya da salaklıkla etrafından sempati puanı toplayan uzun saçlı çocuk”. Ben sen bittin zannediyordum, valla bak. Yanlış anlama, artık görünmez olmuştun ortalarda. O gün yere düştüğünde arkadaşın sana çak yapıp diğer kız “Ay canım ya.” dediğinde anladım henüz tükenmemişsin sen.
- Rapçiler de Hennessey’den ne ekmek yediler ulan ( Nasıl yazıldığından emin değilim.)
- Arkadaşa “Bira alalım maç izlerken içeriz.” dedim, “Olur, içerik.” dedi. “Hayır üslup.” diye cevap verdim. Bir vursaydı bir tane de ben vururdum ağzıma size yemin ediyorum.
- Otobüste cam kenarında oturan insan, özellikle yanındaki insan uyuyor/uyumaya meyilli ise bir durak önceden ( duraklar arası mesafeye bağlı olarak değişir) hafif öksürüklerle başlar, ayağa kalkayazıp kıçını sağa sola oynatır ve evet doğru bildiniz, en önemlisi çantasıyla oynar. Yahu bunu ben de dahil herkes yapıyor, neden direk “Pardon, bu durakta ineceğim de.” gibi bir cümle kurmayız ki?
- Bana kalsa gerçi cevabı çok açık: En azından bende sürekli olan bir durum bu; içinden konuşmak. Genelde birisi ayağıma basıyor, sonra “Pardon.” diyor, buraya kadar her şey normal giderken benden öyle bir ses çıkıyor ki onu bir tek ben duyabiliyorum: “Önemli değil.”
- Gönül’ü hakikaten de sabahın tam üçünde dinleyince etkisi artıyormuş, test edildi ve kanıtlandı. O anda evde bira olmalıydı, yoktu.
- İsrail- Filistin olaylarından sonra Hitler’i destekleyici yazılar patlaması yaşandı. Ulan bir sakin, ne oluyor arkadaş ya. Milletçe dengesiziz arkadaş, illa bir tarafımız ırkçılığa/milliyetçiliğe kayacak. Bu arada Adolf bıyıklara limon sıkıyormuş diyorlar, doğru mudur acep?
- Ulan benim sıkılınca yazmamam lazım ya, sıkılınca uğraş olsun diye yazıyorum o zaman da kötü oluyor ama. Pöf, herneyse yayınlayacağım her şeye rağmen.
- Yarın yine kimselere vermeyin, benim notlarımı okuyun.

Sınırı Geçen Sular

- Fransız belgeseli izlemek zor iş, ben bugün bunu anladım. Ulan anladık sinemanızda garip işler yapıp bize çıkarımlar yaptırmaya çalışıyorsun da sevgili Raphael kardeş, sen gelip belgeselde mürekkep balığı gösterirken ona beş dk aynı kadrajdan yaklaşıp konuşmayınca ben bi bok anlamıyorum. Kusura bakma.
- Fransız sineması deyince erkek götü göreceksin, bir de mastürbasyon sahnesi. Bunlar olmazsa olmazlarımızdır. Erkek götü olmayan Fransız sineması, Fransız sineması değildir.
- Şimdi böyle laf atınca da kendimi bildiğin katıksız odun gibi hissetmeye başladım ama, her neyse.
- Bugün kızlı erkekli bir sohbet ortamındayken bir kız arkadaş: “ O Chuck Bass götüme benziyor.” dedi, çocuğun resmine baktım: “ Ben acaba vücudunun neresine tekabül ediyorum?” dedim, acıklı bir tonla söyledim hem de bunu…
- Her Türk genci bir gün bir kız tarafından “sadece arkadaşı olarak” görülecektir.
- “Gözlerin böyle bi şirin olmuş lan, gözlüksüz falan.” gibi bi iltifatı hayatımda ilk defa baya bildiğin göbek sahibi, sakallı falan bi heriften duydum ya, böyle dünyanın adaletini s.keyim.
- Çıkma teklif ettiğinde ( şu çıkma terimi de garip lan, sinsi bi terim pek bi güzel de değil, eski çıktığım gibi saçma sapan bazı terimsilere de neden olabiliyor ama yerine koyabileceğim bişey yok bir liseli olarak; o yüzden böyle yazıyorum. Bi parantez içi de bu kadar uzun olmamalıdır lan.) “Sen varsan ben her türlü varım hocu.” diye cevap verecek kız olsa ya…
- Kızlar, kızlaaarr.. A-ha-ha. Latife ediyordum canım, evet sevgili okurlar tahmin edebileceğiniz üzere inbox’um “Sen varsan ben her türlü varım hocu.” diyen kızların mesajlarıyla doldu da ( Piç yazarınız bildiriyor.)
- Elalem kuantumlarla uğraşırken bulduğumuz ve övündüğümüz kuram da 4S kuramıdır ya, bir “Piiiiiiuuuuiiii” çekiyorum içten.
- Bu “Piiiiiuuuuuuiiii”’yi de Vedat Özdemiroğlu’dan öğrendik, iç çekmek gibisinden bir şey. Böyle iç mi çekilir lan?
- Milli Güvenlik dersinde Suriye ile sorunları işlerken kitapta "Sınırı Geçen Sular" diye bir şey gördüm, öyle ki; boş kitap yazıp yayınlatsam sırf başlığın adına Nobel'i verirler gibi geliyor. Çok karizmatik değil mi lan, "Sınırı Geçen Sular". Yalnızlaşan insanın günümüz küreselleşen dünyasındaki kavgasını anlatan Uca'nın yeni romanı, bu sene Nobel'i almaya yakın. Vallaha da oldu.
- Emre Aydın eğlenceli şarkı yap, gözünü seveyim yap bunu. Yeter ulan yeter, senin sevgilin falan da vardır şimdi, ne bu şarkılardaki bunalım hali ha? Ne istiyorsun ulan sivilcelilerden? Onlar ki 14 yaşında, SBS stresiyle gezinirken bir de aşık olma gafletinde bulunmuşlar. Ne istiyorsun ulan üzgün görünen mutlu?
- Başıma ne geliyorsa evrene pozitif verememekten kaynaklanıyor.
- Evrene pozitif verelimciler, size saygı duyuyorum ama bazen de öyle sinirleniyorum ki negatif enerji yüklü meşe odunuyla dalasım geliyor size.
- Pollyanna’yı budaklı meşe odunuyla dövsen, “ hiç olmazsa akşamdan ıslatmamışsın.” Der, bir de güler üstüne. Ben gider akşamdan ıslatırım o odunu, öyle döverim seni. Sussana lan sen bi.
- Candan Erçetin’i, şarkılarını ve sesini severiz de Unutursun şarkısı biraz ilkokul şiiri gibi olmamış mı?
- Ha bir de ne zaman Saba Tümer’in programını görsem ayrı bir pozitif enerjiyle çevrili kadın çıkarmış, taşlardan falan bahsediyolar. Hocam stres atan tek yüzük şövalye yüzüğüdür, o da sinir olduğun kişinin suratına yumruğu bastığında işe yarar.
- Ben kız olsam ilk evrene verirdim valla.
- Hugh Laurie, House’ın altıncı sezon finalinde hayvani olan oyunculuğunu bir üst seviyeye çıkarıp kaç senedir ona ödül vermeyen Emmy jürisine selamı çaktı, çok da iyi yaptı.
- Özellikle Cuddy kendisine “ I don’t love you.” Derken suratındaki o ifade, House’u durdurup This I Love dinlettirdi adama.

Aqui esta tu Rosalinda para vivir en tu sueño.

-İspanyolca bilen arkadaşım var oğluum, çok kuğulum ben demek için yazmadım bu başlığı da; "İşte burda Rosalinda'n, rüyalarında yaşamak için geldi." demekmiş.. "Buyrun, oğlunuz Mahmut." gibi geldi ve çok güldüm o yüzden de komikli bir yazının başlığı Brezilya pembe dizilerinden fırlamış gibi oldu, özür dilerim.
- Matematik dersinde hoca "sin cos'a, tan cot'a dönüşür." dedi, ben de "ağaçlar ormana." dedim arkadaşıma; kendisini görürseniz söyleyin: Tuna çok pişman, bir daha yapmayacakmış böyle espriler.
- Tülay nolur geri döeeenn!! gibi olmadı mı lan bu şimdi?
- Black dinlerken Cemal Süreya okumak nerden baksan gereksiz bir davranış. Niye yaptım ki ben böyle bir şeyi?
- Ben böyle maddeli yazı yazıyorum ya şimdi, keşke bunu böyle Yılmaz Özdil gibi yazabilsek lan. Yılmaz Özdil'in enter tuşu silinmiş diyorlar, doğru mudur acaba?
-"Rexona'n olayım sık beni Beren."
- BenimO'nu benimle paylaşır mısın? dedikten sonra Naz Elmas olsam diyor ya Naz hanım, gören de ne bileyim Liv Tyler falan oldu zannedecek yahu.
-Hikaye yazacaktım, başladım da ilk paragrafa; This I Love başladı Itunes'da, hikayeyle ben aynı anda iptal olduk.
- Mavi'nin reklamında çocuk var ya uğraşmış uğraşmış kızı kapmış sonra da şey diyor: " Ee burası İstanbul, burdan çıkış yok." Allahaşkınıza söyleyin, tam bir anti-efendi erkek (aka piç erkek) havası yok mu o çocukta? Seni bulduğum yerde döverim lan!
- Mustafa Ceceli'nin klibini gördüm, şarkıyı hatırlamıyorum fakat resmen cibinliğin( böyle yazılır galiba) içinde söylüyor lan şarkıyı. Sinek bol oluyormuş diyorlar, doğru mu Cecelim?
- Bir gecede bir ayağımın üstünde ondan fazla sinek ısırığı gören birisi olarak sinek deyince hafiften sinire kesiyorum.
- "Belindeki kemer olayım." Bunu sokaktaki herif söylese haklı olarak abaza deriz o adama, aşağılarız da o adamı; abartır bir de yuh be hayvan deriz. Ama Tarkan beyefendi deyince bunu bişey olmuyor. Allah'ım neden?
- James Blunt var mesela, ki ben kendisinin " Dida disepoyn yuğ?" diye başlayan şarkısını sabahları radyoda dinleye dinleye Ipod'a bile attım, beğendim yani baya.- Çünkü bir şarkının son raddesi budur, youtube'dan dinlersin, bilgisayara indirirsin, en son olarak da Ipod'a atarsın, ordan sonrası On-The-Go'dur artık. Her neyse işte, bu parantez bitsin artık.- Hah işte şunu diyeceğim: La bu herif bildiğin İngiliz Ümit Besen değil mi, bana mı öyle geliyor? James benim kendisine piyanist şantör muamelesi yaptığımı bilse baya üzülürdü herhalde.
- Notumu gören kızlar okusun diye bir de James Blunt'ın fotoğrafını koyuyorum efendim, kurnaz yazarınız işbaşında.
- Ümit Besen demişken şunu demeden geçemeyeceğim: Nikah masası can bir şarkıdır.
- Ani agresifleşen insandan kork, Uğur Dündar mesela.
-Sezen Aksu:" Yedi cihan dolandım." Tuna: " Yedinci handaydım."
-Lan yedinci han ne ya, şimdi ben bunu yazdıktan sonra biri bana gelse gerizekalı dese, bir şey diyemem oh bebek diyemem
-Daha önce yazdım mı bilmiyorum da, " Ankara'nın bilmem ne bölgesi Oran'da mükemmel evler." falan diyor, çok gülüyorum. Çok mu basit bir insanım ben şimdi?
-Gecenin birinde çok sıkılan biri bu kadar saçmalayabilirdi herhalde, ama eğlenceli lan yazmak valla. ( Bir arkadaşım yazının bu maddesi için “fotoğrafının altına çok çirkin çıkmışım yazan kızlar gibi”sin dedi. Hala gülüyorum buna.)

Ergenler, Bu yazıda Hypnogaja var lan! Ve daha neler neler...

- Merhabalar.
- Melis Birkan, benimle muhallebi yer misin? :)
- Bir arkadaşıma “ Ben gym gibi bir yer açsam adını G koyardım, hani anlarsın ya; ağırlık merkezi hesabı.” dedim, o günden bu yana kendisinden haber alamıyorum.
- Bir bulaşık deterjanı yağları dize getirsin, tamam görevidir bir şey demem de; dağları niye dize getiriyorsun arkadaş? ( Lan bu Penguen’de çıkmış ama olsun benim de aklıma gelmişti ki banane!)
- Ben çekmecelerden birisinde yıllardır orada duran ve bir ilaç firması tarafından hediye edilmiş bir not defteri buldum. Böyle açılıyor ve deri kaplı, ulan o değil de 5 yaşımdaki haline döndüm anlatayım derken. Her neyse işte, ne kadar mutlu oldum ben bunu buldum diye var ya, düşünsene otobüste bunu açarsın gözlemlerini kağıda geçirirsin ne güzel olur diye kendi kendimi gaza getiriyordum ki iki haftadır masamın üstünde unuttuğumu fark ettim bu not defterini.
- O değil de astenik çıktım ben bir de; ince-uzun yapılı, duygusal diye saydı hoca özelliklerimi. Bir de şair olurlar dedi. Şimdi ben itiraf edeyim efendim, bu yukarıda bahsettiğim not defteriyle iyice azdırdığım böyle bir hevesim olmadı değil. Neticede ergeniz, ota boka hüzünleniyor, seviniyoruz falan; garip canlılarız. Oldu öyle arada saçma sapan denemeler, attım hepsini çöpe. Benden size öneri, aşık olup şiir yazan ergenden korkacaksınız.
- Fotoğraflarda kötü çıkma konusunda kimse benimle yarışamaz, ben bunu zaten biliyordum da hala içimde küçük bir umut vardı. Dün ise anladım ki benden olmayacak. Zorlamaya gerek yok; feysbukuma profil fotoğrafı olarak da fotoşoplu kitap kapağını koydum, rahatım. Aykut olmasa ne yapardım lan acaba.
- Eti Browni Intense’i Demet Evgar’ın ellerinden yeme fırsatını elime geçirene kadar yemeyecektim, yeminim vardı. Kasada ise dayanamadım aldım üç tane yedim, Demet çok pişmanım.
- Bir arkadaşım(kız kendisi) bana baktı baktı, sonra da “ Senden üniversitede olacak.” dedi, bir de güldü bak sonra. Sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Şarap gibiyim, yıllandıkça güzelleşiyorum şekerim. Şimdilik photoshoplu profile picture’lar ile idare edeceğiz.
- Bir aya yakın bir süredir iştahsızlık ve uykusuzluk sorunu çekiyordum. Babama bunu sorduğumda ilk sorduğu soru “Aşık mısın oğlum?” oldu. Lan nasıl yani ya, altı sene tıp fakültesinde okudun ama baba ya, ne bileyim bir tahlil bişey istenir değil mi? Yok arkadaş, illa emosyonal. Gittik doktora o da emosyonal dedi, kafayı yiyeceğim. 17 yaşındayız diye illa depresif ergen aşık mı olacağız lan?
- Korkulan oldu ve Nafing els Medırs Metallica’cılarından sonra Hiğır Kams Dı Reynegen Hypnogaja’cıları oldu. Adamların Facebook’taki sayfalarına girdim bütün Türkler “Here Comes The Rain Again, best song yeah.” Falan yazmışlar. Ha, yalan yok ben de bu adamların bir tek bu eserlerini dinliyorum.
- “You’ll never find nobody better than me.” diyordu bizim Şikago’nun megaloman oğlanı Kanye bir şarkısında. Öeh dedim, ne lan bu özgüven?
- Yalın var ya, bu Okan Bayülgen’in yumuşak yanaklı dediği türden. Ya şimdi bu adam tamam genç kızların sevgilisi, tamam romantik şarkılar yazıyor ama. Ben şimdi geçen gün bu adamın şarkısını dinledim: “ Sen gelmeden uyumam bu gece.” diyor adam bu şarkıda, ve bence şarkının yazılış hikayesi şöyle: Yalın altı yaşında küçük ve sevimli mi sevimli bir çocuktur. Yalın’ın anne ve babası misafirliğe gider. Yalın da annesine bu sözleri fısıldar. İşte ondan yirmi sene sonra da bu yumuşak yanaklımız sözleri alıp genç kızlara gider yapayım diye besteler. Deyiverin hele, çok mu mantıksız?
- Olgun Şimşek var, ben kendisinden daha önce de bahsettim galiba ama. Kendisi çok iyi oyuncu ama bir de yanık bir sesi var ki sormayın. Her neyse işte, bu adam bir dizide gitti “Yar Demedin” diye türkü okudu, bakın sıkı durun bir dizesi şöyleydi: “ Seni sevmek suç mu bana- Ağlıyorum yana yana- Bir melhem verip yarama- Sür demedin- Yar demedin-Oy.” Merhem demiyor ya bir de, adam melhem diyor ve yüreğinin ta dibinden söylüyor onu ve orada sesi öyle bir titriyor ki; ne siz sorun ne ben söyleyeyim pek sevgili okurlar. Ha; playlist’te bu şarkıdan sonra bir Olgun Şimşek eseri daha ve Finisher tabir ettiğimiz hamle olarak da Isabel’i koydum ki inanın neden böyle bişey yaptım ben de bilmiyorum. Mütemadiyen kaşınıyorum. Ara beni kaşı beni.
- Müzik dinleyerek yazı yazmamalıyım sanki ben.
- Görüşürüz.

Ges Huz Bek?

- Oha lan, çok uzun süre olmuş bir şeyler yazmayalı. Notlar falan topladım, galiba ona yakın düzensiz word dosyası oldu, bok gibi bir yazı olacak gibi bir his var içimde ama bir şeyler yazasım var o yüzden yazacağım yani buradan geri dönüş yok. Şimdi siz şu noktada, “Ee bize ne?” derseniz hiçbir şey diyemem, oh bebek diyemem.
- Ulan, D-Smart Papatyam bilmem ne diyerekten bize Şampiyonlar Ligi izletmemeye yemin etti galiba. Ama sağolsunlar kendileri sayesinde Rusça öğreneceğim bu gidişle. Sopcast’ten Rus kanalında maç izlemekten başka bir çarem yok çünkü.
- Fakat bir yandan da İlker Yasin’den dinleyeceğime Rusça dinlerim ama bi bok anlamam lan, diye de düşünmüyor değilim.
- Şimdi bu spiker olayından girmişken devam edelim, çünkü ben şu anda Liverpool’umun maçını izliyorum da internetten, dün de Barça’mı izlemiştim mesela. Hah, ne diyordum: Lig Tv bu yarı garip bir uygulama başlattı. Genelde eskiden bir yorumcu bir spiker olurdu, sonra sadece spikere döndüler. Fakat en garip kafa şu anda yaşanıyor: İki spiker sunuyor maçı. Cümlenin başını biri kuruyor, sonunu öbürü getiriyor. Buradan sesleniyorum kendilerine, oğlum yapmayın lan çok sinir bozucu; Number One Vj’lerine döndünüz şerefsizim.
- Az önce televizyonda süveterini ‘Haşmet’ stili bağlamış bir Erman Toroğlu fabrikanın bahçesinde işçilerle birlikte “Bu boru başka boru, boru değil bu boru.” Diye şarkı söylüyordu. Ne içirdiniz lan bana?
- Film izlemeye üşenen birisiyim lan, yemin ediyorum kendimden iğreniyorum bazen böyle olunca. Kubrick izleyeyim diye can dost Aykut’tan A Clockwork Orange’i aldım, bir ay bende kaldı ve izlemeden geri verdim. Ve hala masaüstümde The Phantom of The Opera izlenmeye hazır bir şekilde bekliyor. Onun da hikayesi falan, izleyeceğim çok akıllara zarar Bridget Jones durumlarına gireceğim diye korkuyorum açıkçası ( Elde bir fincan kahve, pencereden yağmurlu bir İstanbul akşamını izlemek, yok lan valla olmaz. Age of oynarım ben.)
- Kaan Sezyum çok uzun süreden beri okuduğum, takip ettiğim bir adam. Çok severek okuyordum; hatta bir bölümünü izleyip sonra üşendiğim için izlemediğim House M.D'yi Lost'un tartışıldığı bir programda gündeme getirerek benim diziye başlamamı sağlamasıyla da yeri ayrıdır bende kendisinin. Yeni evlendiği eşi vefat etmiş, şimdi yazarken bile çok zor geliyor da; 13 Mart'ta yazdığı yazıyı okuyun derim ben. O yazının üstüne oturdum bir yarım saat mal mal boşluğa bakındım.
- Ulan ben de neden bir şey yazamıyorum diyorum, çünkü son dört beş dakikadır bünyede hafif bir kilitlenme durumu yaşandı da bende. Şimdi ben nedenini size on paragrafla da açıklarım da kendimden nefret etmek istemeyen birisi olarak; Il Divo isimli gruptan Isabel adlı şarkıyı dinleyin öyle gelin diyorum.
- Normalde de çok sinir oluyorum da, birisi bu şarkının ortasında gelip bana “ Abi yeeaaa, aşk diye bişey yok ya, yalan valla bak abi yalan.” falan dese yemin ediyorum katil olurum. Hayvan, bu şarkı nasıl yazıldı, bestelendi lan o zaman? Şarkının ortasında Isabel’e bağırmaya başladım ben, e ben aşık değilim beni bu hale getirdi. Yemin ediyorum çok kötü şeyler yaşanacak.
- Bir arkadaşım başka bir arkadaşını Kariye Müzesi’ne götürmüş; “Aa, karıya mı götürdün lan?” dedim, o günden bu yana konuşmadık. Msn’de falan hiç cevap vermiyor, ayıptır ama.
- Yine bi yeni evler dikmişler bir taraflara; adı da Karine Pendik.. Karına Pandik gibi değil mi lan?
- Dr. Dre ile Erol Köse çok benziyorlar lan aslında. Aralarındaki tek fark Dr. Dre hem dünyanın en iyi rap producer’i hem de hakikaten iyi rap yapıyor. Fakat Erol Köse’nin pop serüvenini hatırlayanlar da takdir ederler ki bok gibiydi Erol Köse.
- Erol Köse demişken; kendisi Bengü’yü o yatakta Barbie bebekle oynayan şirin kız konseptinden çıkarıp ekşi elmalarla bir yatakta bikiniyle yatacak bir konsepte soktu ya, helal olsundan başka bir şey demiyorum kendisine.
- Gecenin birinde Atilla Taş’tan “Bir Japona Aşık Oldum” dinlemek, nerden baksan ( Utku Özgündüz’e selamlar) çok pis kafa yapıyor. Beşi bir yerde takarimasu!!!
- Ergen Romantikler Birliği’nden Açıklama: “ Prof. Bingür Sönmez akıllı olsun!” Bingür Sönmez, “ Platonik aşk kalbe yararlıdır.” Gibi bir açıklamada bulunmuş da, ben bizim ergenler uyanmadan onların yerine tepki vereyim dedim.
- Ne Ramiz Dayı’ymış arkadaş ya, hayır bu adamın aforizmalarının yanında bir de bol q’lü sh’li bilmemneli nece olduğu belli olmayan şunun gibi paylaşımlar var ki götümle gülüyorum: “ Sigarayı bıraksam diyorum, tamamen sana başlasam. Sen daha çabuk bitirirsin işimi, böyle çok yavaş ölüyorum.” Ve paylaşan da “aşırı dozda çektim içime seni:( “ Ulan hala şokunu atlatamadım, nasıl yani ya? Abi hepimiz ergen oluyoruz, hepimiz aşık oluyoruz. Hepimiz terk ediliyoruz, reddediliyoruz falan da; bu kafa başka kafa. Erman Toroğlu’lu boru reklamı kafası bu. Çok enteresan.
- Emre Aydın’ı ben olsam yasaklardım lan bunlara. Abi adamın kaç albümü var bilmiyorum biraz da götümden sallamış gibi olmayayım ama kendisini çok dinlemeyen birisi olarak gözümdeki imajı şu: Hep aynı şarkılar, depresif ve pesimist sözler ile melodiler. Ya gidin bakın Feridun Düzağaç dinleyin. Mesela FD de bence çok tekrara bindirdi artık, Emre Aydın gibi bu konuda belki de. Ama FD dinlersin akla sevdicek gelir; ne bileyim yeri gelir, çiçek açar yeri gelir üzülürsün yani. Kelime oyunu bulup eğlenirsin şarkılarda, ciddiyim bak FD dinleyin.
- İnsanların gözündeki imajım hakkında ciddi şüphelerim var. Birçok yerde karşıma çıkıyor bu ve hafiften göze de batmaya başladı. Dün ablam “ Did i disappoint you, or let you down?” diye başladı şarkıya, ben de devamını getirdim gayet çirkin ergen sesimle. “Aa, sen nerden biliyorsun?” oldu tepkisi. Niye bilmeyeyim ki ya? Ha, siz duygu yoksunu barzo okurlarım için geliyor şarkının adı: Goodbye My Lover. James Blunt’tan efendim ( Joy Fm Dj’i kafası yaşıyorum.)

Bu yazıda Emre Aydın'a ne övgüler düzdüm biliyonuz mu?

- Muavinin; önde giden nakliyat şirketi kamyonundaki amcaya ( amca bir perdenin arkasına girip çıkıyordu sürekli ve meraklı bir şekilde yolu izliyordu.) ‘ceee’ yapması.. Akıllara zarar.
- Otobüste, yanımda oturan kadın bana gece kulübü Keops’un yerini sordu ( Tuna Uca: Gecelerin Adamı, Otobiyografi, Kitap, 315 sayfa, Gereksiz Kitapçılık, 15 lira). Yol üstünde olduğu için yerini bildiğim Keops’a geldiğimizde de kadın bana dönerek ‘Aa, Yıldız Tilbe çıkıyormuş.’ dedi. Ben orda felç geçiriyordum vallahi, ablacım ne Yıldız Tilbesi ya? Ciddi ciddi benden yorum bekledi, bir şey diyemedim.
- Peki ya şoförün ‘ Amına koduklarımın, ağzımı bozuyorlar.’ demesi, bir nefes süresi kadar durakladıktan sonra ‘ Amına koyyim.’ diye iç geçirmesi. Of, of!
- Sivasspor- Trabzonspor maçı sonrası taraftarların sevincini izlemeyeniniz kalmamıştır herhalde. İzlemeyenler yuğtupta arasınlar bulsunlar, ben konuyu anlatayım( Yuğtup’a giremem diyenler Erdoğan’ı arayın, Tuna’nın selamı var deyin; o, dns ayarlarını verecektir. Ehehe)
- 2-0 kazanan Sivasspor taraftarları, Lig Tv ile röportaj yapmakta olan Bülent Uygun’a koşarlar ve ‘ Amuğaaa kodukkkkkk Bülent Beaaşşkeeannnnn.’ diye bağırırlar. Hatta ve hatta, videonun 15. saniyesinde ‘bir abimizin Bülent’e oral seks girişimi’ni görüyoruz.
- İşte benim önerim de bununla ilgili. Bildiğiniz üzere; biz,Türkiye’de yaşayan Anadolu halkı, halkları; çok sıcakkanlı insanlarız. Ani tepki vermemizle, aşırı sevinç ya da hüzünlerimizle biliniriz. İşte ben burada bir akım başlatmak istiyorum sevgili okur( Hayır, bu yazarların birden fazla olan okuruna, tek bir kişiymiş gibi seslenmesi değil. Çünkü benim sadece bir okurum var, ya da iki, senin için son dört olur bak.). Bundan sonra sabahları okula gittiğimde arkadaşlarımı ‘ Amuğa koduk Bülent başkan.’ diye selamlayacağım, bence bu hayatımızı çok güzelleştirecek, samimiyet ve empati yeteneğimiz artacak toplumca.
- Peki ya sen, küçük martı? Sen de bana katılmıyor musun? Sen ki denizlerin üstünde uçan, vapurlardaki taze sevgililerin ‘ Ay ne şirin!’ diye baktığı hayvansın. Sen de istemez misin sana simit atanlar bir de seni ‘ Amuğa koduk martı başkan!’ diye selamlasınlar, sonra da sarılıp sevgi dolu gözlerle istikbale baksınlar.
- Martılar ve ‘Amuğa koduk Bülent başkan.’ diyen Sivas taraftarını komiklik olsun diye ( ki olmadı.) yan yana kullandım ya, bence tüm sevgi insanlarının laneti üzerimde olacak!
- Tarık Buğra’nın yazdığı Küçük Ağa’ya durmadan Küçük Buğra demek.. ( Edebiyatçının kulağına gitmesin, yakarım!)
- Yukarda istikbale bakmakla ilgili bir şey yazmışım. Bunun da küçük bir hikayesi var.
- Anlatayım.
- Lan enter’a basınca sürekli bir başka maddeye geçiyormuş, çok eğlenceli.
- Tramvayla Kabataş’a gelirken, tam karşımda el ele tutuşmuş bir çift gördüm, bir şey demiyorum tabi seviyorlar birbirlerini gayet güzel bir durum, lakin; ikisi de el ele tutuşup, sevgi dolu gözlerle istikbale bakıyorlardı, fakat baktıkları yer ne bir deniz manzarası, ne bir gün batımıydı. Bildiğin Kabataş trafiğiydi lan! Ben bu kadar da olmamalı bence diye düşünürken, erkek uyuyakalmıştı bile. Hala aklıma geldikçe gülerim: Sevgilisinin elini tutup sevgi pıtırcığı kıvamında trafiğe bakan bir kız ve yanında istikbale bakmaktan korkan( işsizlik oranları korkutuyor: Yazarınız Tuna, siyasete de giriş yaptı.) ve uyuyakalan bir genç. ‘Siz çok yaşayın e mi?’ dedim adeta bir yaşlı teyze gibi ve tramvaydan indim.
- ‘Yaaa, yokuş yukarı nasıl çıkmaz ama?’( Omuzları sallandırarak söyleyin, yüzü hafif buruşturun elinizde bir cep telefonu olsun ve bu muhabbetin içinde bir erkeğe abi diye hitap edin. Farkı hissedeceksiniz.)
- Böyle bi cümle duyunca, ‘ Motor soğumuş, ondan çıkmıyor yokuş yukarı.’ Diye bi espri yapmaktan başka bir çare bulamadım, kötü oldu ama allahaşkınıza onun dediği daha kötü değil mi lan?
- Bilmeyenler için: yokuş yukarı lisemin yayın organı oleyo.
- Yurtdışına giden bir arkadaşınız var diyelim, ve size mesaj atıyor internetten ya da cep telefonundan: Şöyle de bi sallama metin uyduralım.
- Ya, geldik işte bugün. Hava çok güzel, hocalar gayet eğlenceli adamlara benziyorlar, aile de bize iyi davranıyor zaten, eğlenceli olacak gibi, ama kızlar taş burada ya. Sizi özledim. Özletmeden gelicem kendimi, şu sınavda hangi konu çıkacak?
- Ve ergen gencimizin bu yazıya tepkisi: Aa, ne güzel ya. İnşallah, iyi olur onun için. Hem az süre, ne kadar çok şey öğrenirse onun için o kadar iyi. Ben de bi ara gitsem iyi olur. Ne?!?!?! Kızlar taş mı? Sizi çok özledim( Oğlum kızlar taşmış lan.) Özletmeden gelicem kendimi( Taş mı, lan gitmek farz oldu var ya.) Şu sınavda hangi konular çıkacak( Manitaya manita demem biliyo musun oraya gidersem.) Ve bu salağımızın gece bir buçukta uyumaya çalışırken nasıl bir hal aldığını, sadece siz okurlarım için araştırdım ve buldum: ‘ Ana, kızlar taşmış lan! Of ,yarına ödev vardı yapmadım mına koyyim. Ehehe, kızlar taşmış oglum…
- Yukarıdaki oğlanımızın suratında sürekli aptal bi gülümseme olduğunu hesaba katınız.
- O gün minik Ayşe annesiyle alfabeye çalışmıştı. Şimdi odasında Cin Ali serisinden bir kitap okuyordu, bir yandan portakal suyunu yudumlarken bir yandan da dışarıda cıvıldayan kuşları duymak onda müthiş bir yaşama arzusu yaratıyordu. Kapı çalındığında, en önce o kapıya koştu. Babası onu kucakladı, yanağına bir öpücük kondurdu ve diyafona bastı: Kim o? Küçük kız, ‘ Baba kim o?’ diyordu, ne meraklı kızdı şu minnoş şey. Diyafondan bir anda ‘ Benim, benim!’ sözcükleri acı acı yankılandı. Olamazdı, bu Yılmaz Morgül’dü. Küçük kızın hayatı o günden sonra hiçbir zaman eskisi gibi olmadı. Türk sanat müziğinin en iyi erkek sesi olduğunu iddia eden bu adam, onun aklını kaybetmesine yol açmıştı: Hem de diyafondan duyulan bir söz öbeğiyle: ‘ Benim, benim!’ ( Dil ve Anlatım Sınavı öncesi öykü denemeleri.)
- Yazıyı okuyanların da anlayabileceği gibi Emre Aydın'a övgüler falan düzmedim, ne düzecem ayrıca lan?
- 'Amuğa koduk Bülent Başkan!' lafıyla selamlaşalım diye hümanist bi öneride bulundum ya ben, kesin bi kaç salak da çıkıp sevdiği kıza böyle hitap etmeye çalışacaktır. Yapmayın öyle şey, gelir kafanızı kırarım valla.
- Bitti.

Başlık Parasını Denkleştiremedim Yok Başlık Maşlık-3 ( Facebook notlarına devam)

- İnternette ana sayfası siirperisi.net olan genç: Efendim, hiç görmedim, umarım hiçbir zaman da görmem böyle bir tip. Ha yok mudur, kesinlikle vardır fakat benden uzak olmalarını diliyorum. Bu konuyu kapatmadan önce de, ‘pia’ ve ‘üçüncü şahsın şiiri’ sevilir, bunları okuyun sevgili adaylarınıza diyerek tüyomu da veriyorum.
- Lan, kendimi bir an çok ciddi bir şey yapmışım gibi hissettim. Sosyal sorumluluk projesinde çalışıyorum adı da :‘Yalnız ve ayı ergenlerin aşkı bulma yolunda şiirin rolü.’
- Bu düşüncem bir süre sonra değişebilir ama ben bugün şunu anladım: Çeşm-i Siyahım ve Ghetto Star şarkısında Tupac’ın ikinci bölümü.. Ben de farkındayım, enteresan duruyorlar yan yana gelince ama, bence benim en mutlu anımda bile gözlerimi dolduracak, belki de ağlatabilecek iki şarkı budur( Hayır, siyah saçlı bir sevgilim yok ve tahmin ettiğiniz üzere henüz hiçbir arkadaşımı toprağa vermedim.)
- ‘Hıyara bak, ghetto star diye şarkı adı verdin, sözlerini de yazaydın bari.’ Diyen arkadaşlara söylüyorum : “sözlerini de yazayım tam olsun” adlı servisimiz geçici olarak kullanılamamakta, git gugıl’dan ara çok merak ettiysen ( ki etmediğine dair bahse girebilirim.)
- Arkadaş, bugün kadar boktan bir gün de görmedim. Sözlü iyi geçti ona sevinemedik, üzülecek bir şey yoktu(galiba). Boşu boşuna gerildim, sığ muhabbetler de dahil hiçbir muhabbete girecek enerji kalmamıştı, sınıfa yer yatağı açıp uyuyasım geldi şerefsizim.
- Al işte, uykusuz aldım bu yol başka türlü geçmez diye, ona da gülemedim doğru düzgün. Hem de bir sayfa Yiğit Özgür köşesi varken.
- Dobra dobra konuşmak- patavatsızlık.. Aradaki farkı anlayınız, haftaya sözlü yapıcam mına koyyim.
- Yardımcı ögeler ( ne içtiğimiz, yediğimiz, izlediğimiz) önemli değil, fakat mutlaka yapmak istediğim şeylerden biri : Bir gün bir arkadaşımla saatlerce sığ muhabbetin amına koymak (belki de canımın sıkılmasındandır bunu istemem, onu bilemiyorum işte.)
- 11 yaşındaki bünye, kendini bunlara hazırla, sığ muhabbetlere hazırla. Ortaokula geliyorsun maazallah, sığ muhabbetleri bilmiyorsan sosyalleşme problemi çekersin.
- Sığ muhabbet: Konular futbol, kızlar vs. olmalıdır. İçerikten daha da önemlisi, sığ muhabbetlerin en önemli kuralı ‘ mına koyyim’dir. Bu söz öbeğini cümlenin götüne başına kondurmazsanız, asla bir sığ muhabbet ustası olamazsınız.
- Yahu, afedersiniz ama sik gibi bir yazı olmakta, ama canım o kadar sıkkın ki direk yazmaya devam ediyorum, geriye dönüp de düşünmüyorum lan. Sıçtıysak tam sıçıcaz, demektir bu da.
- Makara suresi. Öf ulan.
- Daha güçlü ve deli dolu bir adam olsam şu dünyada iki kişiyi döverdim ( an itibariyle): Birisi benim işte bunlardan, o biraz can sıkıcı bir durum.
- Ortalarda ‘Her şey kafada bitiyor abi.’ Diyen tiplere bir gün çok feci dalacağını düşünmek. Valla dalıcam ama.
- Fanatik yazarı’nın ‘ Oyunun 26. dakikasıydı.’ Diye yazıya girmesi.. Vay anasını..
- Entel olma yolunda büyük bir adım attım ve Uzak’ı izledim. Tamam, senaryo çok güzel, Cannes’dan ödül aldı ve hakikaten de Nuri Bilge çok değer verilmesi gereken bir adam, fakat ben şunu anlamıyorum: Neden 5 dk’lık bir sahne sadece tek bir plandan çekiliyor.
- Bakınız, efendim.. Sinemayla çok ilgilenmiyorum, bildiğimi de iddia etmiyorum ama hakikaten bunu merak ettim ben. Cevap verin lan bana, allahsızlar!
- (Uzak’ı izleyenler bilirler) pornoya sanatsal yaklaşımı da gördüm ben… Fotoğrafçı adam gecenin bir yarısı, pornoyu sanatsal yaklaşmak için mi başka bir şey için mi izliyordur bilinmez gerçi( O doggystyle çok şey anlatıyordu koç. ehuehe)
- Sanat filminde apartmanda ışıklar sönerse karanlıkta kalınır, inatla o sahne devam eder( Şimdi kimse de gelip bana, aman efendim Cannes’dan ödül alan adamı aşağılıyorsun, sanatın değerini bil falan demesin, saçmalamasın. Yok öyle bişey.)
- ‘Hayattaki kötülükleri göz ardı etmek lazım hocam, hayat çok güzel ki, eki eki.’
- ‘Hassiktir!’ Yalan söylemiyorum, kelimesi kelimesine bu tepkiyi verdim ben bu cümleyi duyduğumda. Yarın öbür gün bu lafı ben edersem BUDAKLI MEŞE ODUNU kullanmaktan çekinmeyin.
- Kafamda ‘eski ben’ ile ‘yeni ben’i konuşturuyorum, çok ateşli geçmekte. Yarak kafalı’lar, yarak afedersin’ler havada uçuşuyor. Sakin olun lan, ikiniz aynı kişisiniz.
- Hazırlıktan arkadaşları görüyorum. Garip geliyor, baya gelişimlerini falan biliyorum çünkü.
- Bunalımlar, sivilceler, rock müzik, aşırı sosyalleşme çabaları, bir kızdan hoşlanmak, o kıza açılamamak, içi içini yemek, pes oynamak, fm oynamak, test çözmek, sınavda sıçmak, kıza aptal aptal gülümserken yakalanmak, reddedilmekten korkmak, kendi kendine işkence etmek, bi de bundan zevk aldığını zannedip sik gibi şiirler falan yazmak. He yavrucum he, dünyanın yükü omzunuzda. Çok duygusalsınız tosunlar. ‘Bir Geçiş Formu Olarak Ergenler’ adlı kitabım 315 sayfa, Gereksiz Kitapçılık, 15 lira.
- Benimle sığ muhabbetin amına koymak isteyen arkadaşlara gelsin: sexyboy_16@hotmail.com (hayali adres olduğunu belirtmek zorunda hissettim kendimi.)
- Galatasaray’ın maçı olmasa şu anda yatar ve iki gün sonra uyanırdım gibi geliyor.
- Yazasım geldi, yazdım, berbat oldu ve işin kötüsü hala canım sıkılıyor lan.
- Akbilini doldurmayan ve ‘ Yine boşaldı lan.’ Diyen arkadaşa ‘Akbilinin erken boşalma problemi var.’ demek.. İğrenç evet, şu an ağlıyorum biliyor musunuz?
- Lan ‘Ghetto Star’ harici rap ile ilgili hiç bişey yazmadım, bu benim için bir ilk.
- Yazıyı uzattım ama hala canım sıkılıyor. Oooo, iki gelsin iki, sikicem böyle işi!!( Seviyoruz seni Beşiktaş taraftarı.)

Başlık Parasını Denkleştiremedim Yok Başlık Maşlık-2 ( Facebook notlarıyla devam)

- Üstünden uzun süre geçmesine rağmen, hala hayattaki en büyük amacım Hulusi ile Mahmut’u Uğur Dündar yönetiminde ( adama güvenilir gazeteci kimliği o kadar yakıştı ki halkın bu müthiş tartışmayı sonlandırması için onun moderatörlüğüne ihtiyacı var. Hem İ. Melih gibi bir çirkeften sonra Hulusiciğimin Uğur Dündar’a hafif kalacağını da kabul edebiliriz.)
- Bu mükemmel diyaloglarda beni en çok şaşırtan noktalardan birisi de şuydu: O kadar kibar ve hoşgörülü bir toplumuz ki; ne olursa olsun, karşımızdakine cevap yazarken, sanal alemde bile bir hitap kullanıyoruz.
- Hulusi denen Göt Lalesi’ne… Bence bir insanın bunu yazabilmesi için, bunu yazmadan bir on beş dakika önce Andre Young gibi Cali Weed falan tüttürmüş olması lazım, başka türlüsü pek bir imkansız geldi bana.
- Bir şey anlamadıysanız; bkz: turkishmusic.org’daki sezen aksu tartışması
- Afedersiniz ama, bunların yaptığına eşeğin bir tarafına su kaçırmak denir başka da bir şey denmez azizim. Evet, Türkiye’de rap müzikten bahsediyorum. Türkiye’nin en güzel rap albümünü çıkarmış, dünya çapında insanlarla, Sezen Aksu’yla çalışma şerefine erişmiş Bilgin Özçalkan ( nam-ı diğer o ceza.) ‘ rapi tanıtıcam’ gibi idealist köy öğretmeni havalarında gezmeseydi, şu anda bu noktada olmazdık muhtemelen. Jelibon reklamından, Çilek genç odası reklamına sik gibi rap jingle’ları yapıyorlar ben kendilerine ‘yarrak afedersin’ diyorum, başka da bir şey demiyorum.
- Hayır, sonra 13 yaşında bazı garip organizmalar türüyor, ‘rapi seviyoyum ben.’ Falan diye ortalarda geziniyor bunlar. Adama Jam Master Jay diyorsun, ‘Pornocu mu abem, pornocu mu?’ diye kalıyorlar. Yapmayın çocuklar, yapmayın.
- Nothing Else Matters ( Nating Els Medırs) Metallica’cısı gibi, Mtv sayesinde Candy Shop ( Kendi Şap) rapçileri doğdu, ergensiniz anladık, klibi izleyip napıyorsanız yapın( anladın onu) ama fitti sent, fitti sent diye gezinmeyin.
- Rap dışında düzgün bir bilgi birikimim yok galiba benim, niye bunun üstünden gidiyorum, inan ben de bilmiyorum var ya..
- Bence bir insanın beş şınavdan sonra kolları ağrımamalı.. Bir insan bu kadar mı güçsüz olur lan? Hayır, ilkokulda kızlara yeniliyorsun, yine bi işe yarama potansiyeli var bu olayın(şirinlik falan) ama lisede olay öyle değil ki. Etrafında baya bildiğin fitness’a falan giden adamlar yani, bi çaksalar yerin dibine gömerler, ‘abi yapma abi’ de diyemezsin ki, agresif milletiz neticede.
- Bizde bekarlar çoktur, sizde de kerhane. En iyisi işbirliği yapalım.
- Şaşırdınız di mi lan? Ne diyor bu dediniz? Sakin olun sakin, Azerice’de bekar işsiz, kerhane de işyeri demek(miş).
- Now this looks like a job for me, so everybody just follow me, cause we need a little controversy, cause it feels so empty without me.
- Yukarıda gördüğünüz dolu dolu dört dizeyi bir-iki sene boyunca falan nan,nannannananana nannanaaa.. diye başlayıp aynen devam eden bir şekilde okumak, ve bundan mutlu olmak..
- Aktarmalı akbil: 21 kuruş.. Otobüs beklemek: 20 dk. Son durağa kadar hayvan gibi uyumak: Paha biçilemez.
- Yak bütün fotoğraflarını, ona ait bütün eşyalarını ( Megastar Tarkan)
- Yak bütün fotoğraflarını, ona ait güneş yağlarını ( Ajdar seviyesinde star olma potansiyeline sahip Tuna)
- Ben Gap’in popüler olduğunu kavradığı zaman, Abercrombie& Fitch meşhur oldu.. ‘Converse diye bi ayakkabı var, basket ayakkabısı, herkes giyiyo, neden lan?’ diye ortada gezindikten iki üç ay sonra Tiger(taygır)lar çıktı. Twilight’ın ilk filmi çıktı, vizyonlardan çıkmak üzereyken o filmin ve kitabın varlığının farkına vardım. Niye çözebilmiş değilim, ama rahatsız da değilim, trendler benden uzak durun lan!
- Robert Pattinson’un varlığının farkına varmasak olmaz mıydı? Bence olurdu.. Türk erkeklerinden destek bekliyorum.
- Beren Saat intihar bombacısını oynamasın, onun yerine dublör olarak Banu Alkan falan kullanılsın ne bileyim.
- Ayrıca Türk kızlarını uyandırmayın ama iki madde yukarda değindiğim Rabırt’ın yerine Teylır diye bir adam var, ‘kız olsam kesin verirdim’ kategorisine giriyor.. Türk erkekleri dikkat, kız arkadaşlarınız uyanmasın bu duruma, sonra komplekse giriyosunuz.
- Bir önceki yazılara güzel olmuş diyerek bana kibarlık yapan ve beni bir iğrenç yazı daha yazmaya sevkeden arkadaşlar, teşekkürler.
- Ajdar feat. Müslüm- Kon Kon dinledim.. Kafam güzel…
- I'm an instigator- Aman instigator- Aman ormancı ( Edebiyat dersindeki alma-elma havasını vermiyor.)
- Mesajlı tişört giymekten ne zaman vazgeçeceğiz tanrım?

Başlık parasını denkleştiremedim, yok başlık maşlık! ( Facebook notlarından)

-Ailem, başta adımı Fırat koymayı düşünmüş. Şu yaşıma kadar, hep Tuna'yı Fırat karşısında savunmuş biri olarak, Uğur Gürsoy Fıratı'nın her hafta " Ay şirin şey!" diye tepkiler almasından sonra adım niye Tuna lan benim, Fırat olaydı bari isimden kazanaydık diye düşünmedim de değil.. Şaka lan şaka, hiç böyle düşünmedim, bu fikir az önce eski sayılardan birisindeki Fırat köşesini okurken aklıma geldi.
-Otobüse bindiğimde, 40. sayfadaydım, uyuyakalmışım. Tam durağın önünde zorla uyandım ve otobüsten indim. Gereksiz yere, 'kitabı sadece kültürlü görüneyim diye açıp okumayan' topluluğa girdim, ama anlayın beni ya, cuma günü 7. ders geometri olur mu!!!
- Şu iki maddeyi yazdıktan sonra 'yazdıklarını silme hastalığı' yeniden etkisini göstermeye başladı. Şimdiye kadar 'komik len sanki bu!' diye düşünerek yazdığım yazıları, notları, küçücük hikayeleri hep sildim ya da attım. Fakat şu anda ne kadar salak görünebileceğimi bilsem de, yazmaya devam edeceğim ve bu notu bitireceğim.
- Olay biraz kendini tatmin meselesi sayılabilir, bir süreden sonra insan gördüklerini yazmak isteyebiliyor, fakat en önemlisi şunu farkettim ki: ben buraya not yazsam bi ozan okur, bi de babam( o da belki). İlk başlarda, hip-hop'la ilgili videoları bile çekingen bir tavırla 'paylaş'ıyordum feysbuk'ta. fakat sonra baktım ki, kimsenin benim profili gördüğü yok, bi ozan: o da hip-hop sever zati( hayatımda, takılmadığımı farkettiğim anları saya saya bitiremezsiniz. kötü mü? - bi yere kadar, ondan sonra iyi denebilir.) Bunu farkettikten sonra da tabi biraz fazla azdım, tupac'ın vurulduğu gün olan 7 eylül'de 6 video paylaşma gibi deli aktivitelere yol açtı bende bu aydınlanma.
-Hip-hop konusuna yukarda girmem çok anlamsız gibi göründü bi anda ama şimdi ondan bahsetmek istediğimden, ve nasıl giriş yapacağımı da bilmediğimden yukarda hafif bi değinmek istedim. şimdi efendim, ben bu genç arkadaşlarıma seslenmek istiyorum: 12 yaşındakilere filan yani.. bende çok etkisi olmadı, ama tanıdıklarımın halet-i ruhiyesinin mına koyan bir döneme girmek üzeresiniz yavrucaklar. marjinal olmaya çalışacaksınız, siyasi bi görüş edinmeye çalışacaksınız, öğretmenlerin ve ailelerin sizleri anlamadığını ısrarla savunmaya çalışacaksınız, karşı cinse hava atmak için denemediğiniz yol kalmayacak. bildiğiniz mal olacaksınız yani belli bi süreliğine.. hah, şimdi her açıdan konuşabiliriz, ama özellikle müzikten konuşmak istiyorum, yavrucaklar. Gökhan Özen, Serdar Ortaç, Demet Akalın falan gibi saçma sapan tercihlerde bulunmayın arkadaşlar! Arada dinleyebilirsiniz, arkadaş çevresine bağlı ama pop arkalarda kaldı. Şimdi converse giyip rakçı olma, ya da time is money giyip feyk gangsta havalarında takılma zamanıdır. Ama ısrarla uyarıyorum lütfen abartmayın, boynuna on kilo zincir götüne baban boyutunda adamın girebileceği kot pantolonlar almayın.
- Şahsen ben ilk duyulduğu zamanlarda Tokio Hotel'in çok sevildiğini zannediyordum, n'olduysa ondan sonra oldu ve bi anda emolara ölüm diye saçma sapan şeylere varacak kadar abartılı bir emolardan kurtulma kampanyası başladı. Abartmamak bu nedenle de önemli, dinlediğiniz müzik tarzı boka bağlarsa dönebilesiniz diye.
- Hah, yavrucak. Ben bu kadar hip-hop seviyorum dinliyorum falan ama sana hiç önermem.. Valla bak, git Nirvana, Iron Maiden, Anathema, Deep Purple falan dinle. Yanlış anlaşılmasın, rock'un çok güzel bir müzik tarzı olduğunu biliyorum ve yukarıdaki gruplara da büyük saygım var, çoğu bilmem kaç senedir piyasada olan amcalar. Fakat yavrucak, olmuyor! İnsanları bir türlü; hip-hop'un jazz&blues ile ortak bir kökeni olduğuna, eşitsizlik sonucu rahatsız olan Afro-Amerika'lıların gelişmiş duygularıyla ortaya çıkan müthiş bir sokak kültürü olduğuna inandıramıyoruz. Neden? Afedersiniz bu Lil Wayne ve türevi mtv köpeği yavşaklar, gangsta'yım diyerek bu müziğin mına koydular.. Yavrucak, eğer hip-hop'u seçeceksen, bir yerde herkesten 'ıyyykk rap mi? salak yaaağğğ..' gibi tepkiler görmeye hazır ol.
-Ya plan olmayınca da dağılıyoruz biraz sanki..
-Ana kurtarıcım geldi! Sibel Can Yesterday'i söylemiş.. Söylemiş demeye dilim varmıyor, mikip atmış deriz ya biraz öyle olmuş.. Oysa Sibel Can 'Lale Devri'ni söylesin on kez dinleyeyim hiç durmadan..
-Öğle tenefüsünde büyük aynada beş kızı aynı anda saçını düzeltirken görmek beni çok üzüyor.
-Öf kötü oldu lan sanki! Ozan bile okumasa di mi, ne kadar iyi olur. Hiç ses etmezsem belki farketmez bile.
-Şunu yazacak cesareti toplamam ne kadar sürdü ya, oysa çok uzatcak bir şey de yoktu, en fazla bir iki kişi gerizekalı der, o da olan şeyler zaten. Her neyse bir daha cesaretimi toplayana kadar daha düzgün notlar almak dileğiyle.
-Ha, feysbuk notlarında sürekli aşk şiirleri, aşk şarkıları görmeye alışmış ergen romantiklerden özür diliyorum..