28 Kasım 2010 Pazar

Galatasaray-Beşiktaş

Ali Sami Yen'deki son derbimiz, bu açıdan da çok önemli bir maç. Ayrıca kaybeden takım şampiyonluk yarışında çok ağır bir yara alacak ki Türkiye'nin en büyük takımlarından ikisinin böyle durumda olması da trajikomik. Tek umudum bu maçla ilgili mücadele isteğimizi biraz daha artmış görmek zira elimizde başka bir şey kalmış değil, ha bir de bu kadar önemli bir maçta tribünleri 30. dk'dan itibaren uyutucu tezahüratlar söylerken görmek yerine 90 dk boyunca bağıran taraftar istiyorum.

Son olarak, bir kadro değerlendirmesi yapmak lazım, parantez içi benim tercihim.

Ufuk(Ufuk)- Ali Turan(Sabri)-Neill(Neill)-Servet(Hakan)-Hakan(Insua)-Cana(Cana)-Ayhan(Ayhan)-Sabri(Aydın)-Elano(Elano)-Kewell(Kewell)-Pino(Pino)

Ali Turan sağbekte değil bu takımın tesislerinde bile olmamalı, tamam acımasız olmamak lazım ama bir yerden sonra gereken ruh ve çabayı görmeyince taraftarın sabrının taşması oldukça doğal. Servet ile Hakan arasında seçim yapmak zor, çünkü ikisi de sağolsunlar Rijkaard döneminde nefretimi kazandılar, ama Hakan'dan yana kullanırım stoperde tercihimi ( Rijkaard döneminde bayağı iyi oynamıştı.) Ve tabii ki de Ayhan-Cana-Sabri üçlüsünü defans yaparken yan yana kullanıp atakta Sabri'yi 4-2-3-1'in 3'lüsünün sağında oynatma fikri var ama Hagi bir 4-3-3'çü değil, o yüzden de böyle kazanmaya mecbur olduğumuz bir maçta mutlaka Aydın ya da Emre'yi kullanmalıydık (Aydın daha hızlı ve daha güçlü)

Artık Galatasaray'la ilgili değerlendirmeler yaparken içimi sıkıntı basıyor ve belki önemli olan da bu. Bu galibiyet sadece kısa vadede hedeften kopmamak için önemli, yoksa bizden çok daha iyi olmayan bir Beşiktaş'ı yenmek pek de bir şey değiştirmeyecek malesef.


23 Kasım 2010 Salı

Bir Milyon Canlı Para

Yıllar sonra güzel bir bilgi yarışması izleriz demiştik (Şu anda bir tek Kelime Oyunu var, bir de Passaparola sayılabilir), format da enteresan gelmişti. Fakat görünen o ki bu yarışma izlenmeyecek, iki-üç soruda bir reklam almak ve bir sorunun cevabını söyleyene kadar ekran karşısında izleyiciyi süründürmek tam da Türk televizyonlarında göreceğimiz, görmeyi bekleyeceğimiz bir işti zaten. Hadi ulan 90 dakikalık dizi yapıyor ve onu da 3 saate yayarak yayınlıyorsunuz da bari şu genel kültür-bilgi yarışmalarının bu kadar bokunu çıkarmayın, güzel format var işte elinizde düzgün bir yayın politikası güdün ki izlensin.

21 Kasım 2010 Pazar

Kayserispor-Galatasaray

Zirveden uzaklaşıyoruz, umudumuz gittikçe azalıyor ve belli ki tek amacımız devre arasına kadar kör topal devam etmek, dürüst olmak gerekirse bu kadar eksiği olmasına rağmen ben yenilgi bekliyordum o yüzden sonuçtan memnunum ama diğer yandan oynadığımız oyuna bakılırsa ( 9/20 şut ve %57 topa sahip olma) galip gelmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Hagi'nin hafta içindeki konuşması işe yaramış gibi. Lucas Neill tek kelimeyle "mükemmel" bir oyun ortaya koydu, Sabri hala onla dalga geçenleri utandıracak seviyede mücadele etti. Elano hakkında sürekli gidecek haberleri çıkıyor ama bence yavaş yavaş istediğimiz seviyeye gelecek. Kewell-Pino uyumu sevindirdi, Kewell'ın gücünü daha tasarruflu kullanması iyiydi. Bence kadrodaki en önemli hatalı seçim İnsua'nın yerine Hakan Balta'nın oynamasıydı, neden yedeğe çekildiğini bilmiyorum ama önemli bir şey olmalı ki Hakan gibi formsuz bir adam orda oynasın. Son not düşmek istediğim adam ise, Ali Turan. Şaşırttı açıkçası, böyle devam hocam.

Şu maçta bir galibiyet alabilseydik iyi olabilirdi, liderin iki puan kaybettiği haftada üç puan bir ivme kazandırabilirdi. Şimdi ise Sami Yen'de genelde yendiğimiz Beşiktaş var, kadro kalitesi daha yüksek ama Schuster'in garip tercihleri sağolsun galiba haftayı bir galibiyetle kapatabiliriz. Önemli olan takımın Galatasaray gibi oynaması, mücadele etmesi.

Sinir Birikmesi

Şimdiye kadar blogda hep eskiden yazdığım "komikli yazı" tabir edilen yazıları yazmaya geldim, hep aklımda bu blogu bu tip yazıların yanında siyaset ya da futbol gibi konularla ilgili de kullanabileceğim vardı fakat üşengeçliğim internet kullanıcısı kimliğime de bulaştığı için blogu kullanmak uzun süredir nasip olmamıştı. Fakat eninde sonunda öyle bir noktaya geldi ki durum; yazmak istemedikçe durum kötüleşti, kötüleştikçe daha çok yazmak istemedim ve neticesinde "zükerün ki böyle işi." kıvamına geldim, ki bu kıvam sinirlenilen konularda nirvana noktasıdır, artık ordan sonra yazmamak da zor gelir adama. Her neyse lan işte, giriş böyle. Uzun lafın kısası futbolla ilgili yazı yazacağım yani ben.
Girişi de gayet iyi getirip sonunda sıçtıktan sonra, bana bu konuda çok benzeyen başka bir arkadaşımıza geçiyoruz: Galatasaray. Bana neden benzediğini anlamışsınızdır zannediyorum eğer futbolla ilgiliyseniz, UEFA Kupası'nı kazandıktan sonraki 10 yıllık süre içinde başına 3 yılda 6 teknik direktör değiştirebilen bir yönetim getiriyorsanız, bir futbol kültürü ve stratejisi oturtamıyorsunuz demektir.
Sinirlenmeden devam ettirmek lazım, zira bu konuda çabuk sinirleniyorum: Her büyük takımın bir planı, stratejisi vardır. Samsunspor gibi Kasımpaşa gibi teknik direktör değiştirirsen sen, belli bir süreden sonra sana da asansör takım çalıştırıcısı dediğimiz Yılmaz Vural ve Erdoğan Arıca'dan başka kimse gelmez ( Ha bu vesileyle Yılmaz Vural da üç büyüklerden birini çalıştırma muradına erer, o ayrı konu.)
Her şeye kısa kısa değinmek istiyorum, aksi takdirde yazıyı bitirmek zorlaşacak benim için. Teknik direktör stratejisi konusuna yukarda değindiğim bölümden ayrı olarak şunu söylemek istiyorum: Rijkaard'ı getirip "Sezon sonuna kadar birlikteyiz." deyip pişkin pişkin güler, adamın planladığı hiçbir şeye destek çıkmazsanız adama gülerler gençler, kulüp yöneticiliği inşaat holdingine patron olmaya benzemez.
Sorunlardan biri de yukarıdaki paragrafın son cümlesinde ortaya çıkıyor zaten: Adam holding yöneticisi, iş adamı ve tamam işinde iyidir, bunu kabul ediyoruz hepimiz de bu adam futboldan bu kadar anlıyor mu acaba? Aziz Yıldırım'la Adnan Polat başta olmak üzere Türkiye'deki yöneticilerin futbol konusundaki bu mükemmel özgüvenleri Barça'nın Johan Cryuff'unu ya da Liverpool'un şu anda adını hatırlayamadığım eski futbolcu-yeni danışman'ını düşündükçe daha da komik bir hal alıyor.
Yazı inanılmaz plansız gidiyor ama bakalım şimdi: Strateji eksikliğine baktık, bunu teknik direktör düzeyinde inceledik, yöneticilerin futbola olan müdahale ısrarı ve basiretsizliğini inceledikten sonra sırada altyapı var.
Altyapıya çok da bir şey demeye gerek yok, Türkiye'nin en iyi altyapısına sahibiz, fakat Avrupa'ya baktığımızda aramızdaki fark oyuncularımızı mental olarak yetiştirmeyi beceremiyoruz. Wenger Sercan'la ilgileniyor diye bir haber çıktığında Sercan hemen sanki Agüero olmuş gibi fiziksel idmanı falan boşveriyor, kendi futbol zekasını geliştirmek gibi bir yolu seçmektense spor araba satın alıyor. Şimdi bu dediklerim de "kıskanç ve kendi başarısızlıklarını gençlerin başarılarına laf atarak örtmeye çalışan medya mensubu" sözleri gibi oldu ama öyle değil. Bizim Türkler diyorlar ya "Adım Ali değil Alinho olsa çok farklı olur." diye ben de şunu iddia ediyorum: Wenger Sercan ile değil de Sercan ( bunun da adı Sercan ama Sertzan diye okunuyor, Slovak falan işte) ile ilgilense o Slovak olan Sercan kendini geliştirmekle ilgilenir, taşak kebabı yapmazdı.
Bir önceki paragrafta da hafiften Türk futbolunu da göz önünde bulundurarak böyle bir eleştiri yaptıktan sonra şimdi geliyorum asıl şeye, atar yapmadan şimdiye kadar hakkında söylemek istediğim her şeyi çok derine inmeden söyledim.

Oğlum lan siz bu taraftarı kanser etmeye ant mı içtiniz lan? Hayır ne oluyor lan, bu takım her şeyi yaşadı çok kötü günler gördü, on dört sene şampiyon olamadı, sürekli başarısız sonuçlar aldığı dönemler oldu, ekonomik sıkıntının dibine vurdu. Ama şöyle bir şey vardı işte: Belki de bu sıkıntıların en yoğun olduğu dönemde UEFA Kupası'nı aldık biz, bakma şimdi Fenerlilerin falan taşak geçmeye çalıştığına; küçük bir olay değildi o, Dortmund'un en iyi zamanıydı, Arsenal müthiş bir takımdı, Leeds İngiltere'de coşturmuş gidiyordu. Lan dostluk vardı bu takımda, herkes birbirinin açığını kapatıyordu, birbirlerinin yaptıkları hataya "Banane amına koyayım." demiyor, açığını kapatmak için koşuyordu.
Bakın abicim, Rijkaard'ı sevmeyen çok taraftar var. Kabul edeyim ben bu konuda objektif değilim, ben küçüklükten beri Barça hastası, Ajax sempatizanı, 70'lerdeki Hollanda'ya tapan bi adamım. Cryuff benim gözümde Maradona'dan daha önemli bir adamdır ( Maradona'ya laf atıyorum zannetmeyin kendisi Tanrı'dır.) Rinus Michels dehadır falan, anladınız işte futbol görüşümü. Yani benim bu yüzden Rijkaard'a biraz taraflı baktığım söylenebilir ama Servet Çetin lan, Servet Çetin bak hani Cannavaro desen değil, Puyol desen değil. Adam resmen takımı sabote etti Sarp'la Hakan'la falan birlikte. Diyorduk ki yönetim yapmaz böyle bir salaklık, karşılarında Frank Rijkaard var. Yok ama olur mu, bu ülke Löw'ü, Hiddink'i hatta geçen sene Dünya Kupası'nı kazanan Del Bosque'yi kovdu: Hem de adama Yeniköy Kasabı diyerek.
Lan çok sinirlenmişim, yazıyı planlı bir şekilde Galatasaray'ın teknik ve idari sorunlarından başlatarak sonuna doğru oyuncuların ve takımın durumuna getirip yazıyı bugünkü maça bağlarım dedim ama biraz zor oldu.
Şunu demek istiyorum, bugünkü Kayseri kadrosunu da görünce şunu anlıyoruz: Ya Hagi hakkaten bu tayfayla konuştu dedi ki "Adam gibi oynamazsanız sizi tesislerden dışarı kramponumla kovalar, frikik atar götünüzde top patlatırım." ya da artık Hagi de devreyi bekliyor "Napıcam lan ben bu odun tayfasıyla?" diyor. Ne olursa olsun, bugün son şansları. Taraftarı Ali Sami Yen'in son senesinde o tribünlerde protesto yapmaya zorlamayın, adam olun çıkın topunuzu oynayın.

Not: Şunun yanlış anlaşılabileceğini farkettim. Ben hiçbir zaman oyuncuların yeteneksizliğini ya da futboldaki mental yetersizliklerini konu ederek eleştirmedim. Tamam farkındayım Barış'ın Sarp'ın futbol zekaları 7-8 yaş civarı ( 7-8 yaş civarı futbol zekası: Aa, 2 metre yanımda arkadaş var, hadi ona pas atayım.) Bizim taraftar olarak karşı çıktığımız tek şey: Ruhsuzluk, mücadele etmemek, o armaya gereken saygıyı göstermemek.

Oh ulan, içimde kalacağına yazayım blogda dursun. Haydi ulan, armanızı bilerek, bu takımın değerini bilerek oynayın, 10'u üzmeyin, alın şu üç puanı!

18 Eylül 2010 Cumartesi

Başlık Olmasa Olmuyo mu?

- Başlığı bulmakta o kadar zorlandım ki en sonunda "Nükleer Başlık" koyacaktım adını, şurda zaten 4-5 kişilik bi okur kitlem var onları da kaçırmayalım diye yapmıyorum. Yoksa, yaparım bilirsin!

- “Ananıski, lan bi buçuk aydır yazı yazmamışım onu da beğenen olmamış zaten.” dedikten sonra oturdum bilgisayarın başına, en sonunda da “Zükerün böyle işi yazamıyorum ulan ben.” diye kalktım. Ama yok hacım, bugün bu yazı bitenzi.

- O değil de lan Formspring kimseye yaramadıysa şu sapıklara yaradı. “Bakire misin?” nedir oğlum, kafalar mı güzel?

- “O değil de” kalıbı olmasa ben sosyal hayatta bir hiçtim, bu kadar da net kabul edebilirim bu gerçeği. Seviyorum lan seni “O değil de.”- Daha çok bir Afrikalı oyuncu havası yok değil “Odeyilde Mambamba” gibi.

- Şu yukarıdaki saçma ötesi maddeyi yazmamın tek sebebi geçen iki saat içinde kesintisiz FM oynuyor oluşumdur.

- Peki “Full yapanlar oldu.” diyen hocayı “Fulya Pandaroğlu” diye anlamak…

- Küçük İskender ve Sözleri hayatımıza girmeden önce her şey daha bi güzeldi sanki, oğlum çık git lan hayatımdan.

- Yo, tahmin ettiğiniz üzere ( yo deyince de direk amerikan rapçi şeyiymiş gibi oluyo, çek idağt!) "orijinal olan şeyleri popüler olana kadar sevme, ondan sonra bok atma" hastalığına tutulmuş bir birey değilim, gerçek şu ki ben kendisini çok bilinmezken de sevmezdim.

- Fakat sembolizme kızıp, İskender'e laf atıp milletten ( daha spesifik olarak ergen kızlardan) laf yemeyi göze alan biri olarak babasına otlu peynir kokusu diyen bir adamın şiirlerine hasta olmam da çok ayrı bir ikiyüzlülük meselesi.

- Otlu peynir ne lan diye düşününce de düz adam, öküz, odun falan dersiniz. Hangimiz babamızı otlu peynir kokusuna benzettik amk?

- O şiir de güzeldir he canlar.

- Ha bir de Can Yücel mevzuu var ki artık ben de bokunu çıkardım sadece deyip kaçıyorum: Eğer o şiirler Can Yücel’inse on gün boyunca hepsini günde on kez paylaşıp üstüne de “Can Baba ne kadar güzel yazmış.” “Aşkım ayrılmayalım biz hiiççç ” “Giden midir terk eden yoksa kalan mı?” falan yazıcam, aha da buradan sözüm söz.

- O giden midir terk eden falan diye başlayan sikko cümle de çok net kendini kandırma cümlesidir, lan oğlum adam/kadın gitti, sen nereye terkediyosun?

- Peki ya Köyceğiz sahilinde adamın Olgun Şimşek’le girdiği Playlist’i Serdar Ortaç’la bitirip tabiri caiz ise sıçıp batırması.. Olgun iyiydi, Serdar nerden çıktı lan?!

- Referandum kafası da çok ayrı oldu ( -Ana, ciddi ciddi siyaset mi konuşacak kız bu?) Şimdi efendim evet, hayır falan bunları geçelim; benim hiç anlamadığım bir şey var: Yahu siz anayasa tartışmak için oradaydınız; bir baktık havuzlu villayla başladı, fındığa, soya sopa girdiniz. Sanki mitingler başlarken arkadan bir inci’ci “Seviyeyi yükseltmeyin!” uyarısı çakıyor gibi. Ağustos sıcağı falan dedik hani belki ondandır. Ama bir yere kadar yani.

- “Bu anayasa fındığa çare olacak mı?” Aman aman çok fena, Gandi Kemal referandumu genel seçimle karıştırırsa… Olaylar gelişir.

- İkinci aman aman çok fena’da tabii ki de başbakanımdan geliyor, ya sen listeden eksik kalır mısın canım benim: BDP’ye halkın iradesine karışmayın deyip bu anayasaya evet vermeyen vatan hainidir ya da delidir diyecek bir bakan bulunduruyorsun bünyede, hani fark etmemişsinizdir dikkatinizi çekeyim dedim. Evet sayın başbakanım, saygılar başbakanım.

- Referandum süreci şarkılar, türküler ( en çok da yıllarca “Seviyorum Seni”sine hayran olduğum Onur Akın’ın “Geliyor Kılıçdaroğlu” diye bağırması üzüyor bünyeyi, her neyse) ama en bombası ve Ağustos sıcağında bizi güldüren ayrıntı Erdoğan’ın “CHP başörtüsüne çare olabilir mi?” sorusuna gelen EVET cevabı. Sonra koyunlaştırıyorlar deyince kızıyorsunuz ama.

- Game Türk olsaydı: When that DOĞAN SLX bounce you could see the chrome under.

- Hassiktir, DMX ile Busta Rhymes şarkı yapıyorlarmış. Büyük bir ihtimalle “Benim param var, gerçekten bak, çok şükela arabalarım da var bi de karı kız götümüzden ayrılmıyor hepsiyle de ayrı sevişiriz, öyle adamlarız biz.” Mesajı veren ( Ne pis mesajmış arkadaş lan.) bir şarkı ama olsun, o enerji Voltran’ı oluşturur şerefsizim.

- Sen aşkı çiçek böcek sanmışsın. – Birader yanlış geldin sen galiba. 

- Waka Waka Hey Hey!! - Lan bi siktir git!1!1!1! - Sami abi ya, Sami abi ya!! - Bana abi deme, bana abi deme!!! ( Bünye bir hafta "Waka Waka"ya maruz kalınca ortaya dünyanın en saçma esprisi çıktı.)

- Peki yazıyı yazmamın saçların yeniden brokoli haline gelmesiyle denk gelmesi... Bu tepemdeki olmadan yazamıyorum valla.

- Bitti.

16 Temmuz 2010 Cuma

Ne Yazıcam Lan Ben Endişesi

- Lloyd Banks “Geri geri geri at at at at at.” Dermiş gibi “ Get it get it get it hot hot hot hot hot.” diyor. Bu tespiti yaptım da başım göğe mi erdi, hayır.

- Neticede gecenin bir yarısı shuffle’da çalan ipod’u dinlerken “let the judges frown”u “let the judges falan” diye duyup sonra da rahat on dakika buna gülen bir adamım.

- Ayça Aydoğdu gülsün, dünya gülsün.

- O değil de Çarkıfelek yeniden ekranlarda. Lan n’oliy?

- Çarkıfelek’ten sonra Çocuklar Duymasın da geri dönüyormuş, hadi bir bölüm izledik diyelim “Ayşecan Tatari mi o kız?” diye sorduk soruşturduk, o olup olmadığına kanaat getirdikten sonra da “Vay, çok güzel olmuş.” falan dedik, e ulan konu bitti. Haluk’un “ba-ba-ba x24234” formülüyle mi götüreceksiniz diziyi?

- Birol Güven bir ara hayatımızdan uzaklaşmıştı aslında, hiçbirimiz de bunu dert etmemiştik ama özlediğimizi düşünmüş olacak zaar, geri geldi.

- Bu kadar nefret ettiğim dizinin şu şarkısını ise hala hatırlıyorum: “ Havalı, havalı, havuç kafalı- Etrafı, güzel kızlarla sarılı.”

- Ya o değil de, ekşisözlük’te Ayça’cığımın 12 entry’si varken, Burcu Esmersoy’un 841 entry’si var. Ulan yuh, 841 nedir arkadaşım. Hadi Burcu (ki severiz spor haberlerini sunarken falan) güzellik yarışmasından bilmemneye kadar her yere katılarak 841 entry almış olabilir de. 12 ne ulan? Çok ciddi ağlamak istiyorum.

- Bloga arkadaş gazıyla giriyorsun, sonra eski materyali ( kullanılabilir olanları) bitirdikten sonra mal gibi kalıyorsun ya, hayata lanet bile değil nalet okuyorum artık o derece.

Yazması Kolay da Başlığı Koyarken Zorlanıyom Biliyon mu?

- Editörüm Beste an itibariyle Feysbuk semalarında olmadığından güzel bir başlık bulamadım, ben de başlık olayının bokunu çıkarmış bulunmaktayım an itibariyle.
- Tupac'ın da en güzel dizeleri "We must remember that tomorrow comes after the dark, so you'll always be in my heart with unconditional love." değildir de nedir, söyleyin nedir?
- Şevval Sam, bir janrı ( tür yerine janr dedim, mutluyum gururluyum) da kötü söyle be ablacım ya. Arabesk söylemiş kendisi yeni kasetinde, özellikle İbrahim Tatlıses eserleri şükela olmuş.
- Şevval Sam deyince de akla Kazım Koyuncu gelir, Gelevera Deresi gelir. Gelevera Deresi geldi miydi de ağlayası gelir ya insanın, o duruma sinir oluyorum işte ben.
- Ulan yıllardır severek dinlediğim şarkı da Eternal Flame diye bir şarkıymış, direk indirdik Ölümcül Playlist’e ekledik, hayvan oldu o playlist yakında kendini yok edecek diye korkuyorum ( İçerik bilgisi: Kazım, Olgun Şimşek, Guns ‘N’ Roses, Ahmet Kaya, Onur Akın, Scorpions, Il Divo, Pearl Jam ve daha niceleri)
- Tayyip’in futbol metaforlarından yediği ekmeği Eazy-E Khaki Suit’ten yemedi ya, başka da bir şey demeye gerek duymuyorum.
- Şimdi adını hatırlayamayacağım fakat beyinde göt kadar bir bölge var, umut falan işlerini düzenliyor. Beğeniyle takip ediyoruz kendisini.
- Üç kez taşındık, üçünde de ben taşınma sırasında tatil yapıp çok afedersiniz ama bi tarafımı büyütüyordum. Ulan hiçbir şey yapmamama rağmen üşeniyorum ya taşınma işinden, orası enteresan işte. Fakat taşınmanın böyle bi imajı olduğunu kimse inkar edemez, sadece kolilere kitapları kaldırıp götürmek olaydı çok daha şükela olurdu da buzdolabı var ulan söz temsil, ne edecen?
- Söz temsil deyince de aklımıza ne geldi, hatta dürüst olmak gerekirse zaten aklınıza gelsin diye yaptım. Neden? Çünkü yazı hiç güzel olmuyor, ne güldürüyor ne bir şey. Bari şu Ege’li süper abimizi hatırlayın da yüzünüzde bir tebessüm oluşsun, tek istediğim bu.
- “Gün kısa paslarla sonuca gitme vakti.” Yeaak yeaaaaa, sahaya koyun bir ter atsın iki üç tur atsın, yoruldu zaar.
- Gece iki buçuğa kadar yatmıyorum, müzik dinliyorum kendimi iyice gaza getiriyorum. Garnett ulan diyorum, Kobe diyorum hepsi yarım saat sonra. Sonra on beş dakika kala kedim geliyor yanıma, iki mırlıyor, kafayı sokuşturuyor. Uykum geliyor ve uyuyorum, sonra sabah kalkınca çok üzülüyorum ben. Adeta hayattan soğuyorum ulan, yeter. Bu gece Kaan Kural’ın müthiş komik(!) anlatımıyla efsane final serisinin 4. maçını izleyebileceğim umarım.
- Stoch nedir? Fenerbahçe’nin Stoch’u bizden önce almasıyla yaptığı hareketten çıkan sestir. Ştoğğhhkkk. Valla oluyor, ayrıca belirteyim Galatasaraylıyım.
- Asıl soru şudur yeğen, gönül razı mı yarım ekmek arasına?
- Nasıl bir gaza geldiysem lens takınca bildiğin güzelleşeceğim zannediyordum ulan ben. Ama çok rahat, valla bak. Temiz kullanırsan şükela bir olay.
- Allah ulan, Dünya Kupası başlıyore. Hazırlayın biraları, vuvuzelaları. Messi geliyor, Robben geliyor, Xavi- Iniesta- Fabregas triosu geliyor. Bu kadar sakat olması da düşündürmüyor değil: Hepiniz mi cenabetsiniz ulan?
- Ya Mehmet Ali Birand’ın “Trt yeni bir teknolojiyle yayınlayacak, hade, çok güzel bir teknoloji. Alın deneyin.” demesi, ulan kendi kanalının hade yayını var, yuh.
- Otobüsten inince eve giderken beş yüz metre kadar düz bir yol var, bazen bir enerji geliyor; o yolu koşmak istiyorum. Sonra etraftaki insanlar tarafından “çişi gelmiş çocuk” olarak algılanacağımı düşünüp “Hassiktir.” Dedikten sonra yavaşlıyorum, sonra yürümeye devam ediyorum. Koşsam salak bir görüntü, yavaşlasam daha da salak; adeta bir “hedeflerine ulaşmak için hiçbir zorluğu göze almayan piç” damgası yiyorum toplum tarafından, resmen neden yavaşladın diye suçluyorlar beni, anlıyorum bakışlarından. “Ayıp ama.” diyorum.
- “Yaptığı sakarlık ya da salaklıkla etrafından sempati puanı toplayan uzun saçlı çocuk”. Ben sen bittin zannediyordum, valla bak. Yanlış anlama, artık görünmez olmuştun ortalarda. O gün yere düştüğünde arkadaşın sana çak yapıp diğer kız “Ay canım ya.” dediğinde anladım henüz tükenmemişsin sen.
- Rapçiler de Hennessey’den ne ekmek yediler ulan ( Nasıl yazıldığından emin değilim.)
- Arkadaşa “Bira alalım maç izlerken içeriz.” dedim, “Olur, içerik.” dedi. “Hayır üslup.” diye cevap verdim. Bir vursaydı bir tane de ben vururdum ağzıma size yemin ediyorum.
- Otobüste cam kenarında oturan insan, özellikle yanındaki insan uyuyor/uyumaya meyilli ise bir durak önceden ( duraklar arası mesafeye bağlı olarak değişir) hafif öksürüklerle başlar, ayağa kalkayazıp kıçını sağa sola oynatır ve evet doğru bildiniz, en önemlisi çantasıyla oynar. Yahu bunu ben de dahil herkes yapıyor, neden direk “Pardon, bu durakta ineceğim de.” gibi bir cümle kurmayız ki?
- Bana kalsa gerçi cevabı çok açık: En azından bende sürekli olan bir durum bu; içinden konuşmak. Genelde birisi ayağıma basıyor, sonra “Pardon.” diyor, buraya kadar her şey normal giderken benden öyle bir ses çıkıyor ki onu bir tek ben duyabiliyorum: “Önemli değil.”
- Gönül’ü hakikaten de sabahın tam üçünde dinleyince etkisi artıyormuş, test edildi ve kanıtlandı. O anda evde bira olmalıydı, yoktu.
- İsrail- Filistin olaylarından sonra Hitler’i destekleyici yazılar patlaması yaşandı. Ulan bir sakin, ne oluyor arkadaş ya. Milletçe dengesiziz arkadaş, illa bir tarafımız ırkçılığa/milliyetçiliğe kayacak. Bu arada Adolf bıyıklara limon sıkıyormuş diyorlar, doğru mudur acep?
- Ulan benim sıkılınca yazmamam lazım ya, sıkılınca uğraş olsun diye yazıyorum o zaman da kötü oluyor ama. Pöf, herneyse yayınlayacağım her şeye rağmen.
- Yarın yine kimselere vermeyin, benim notlarımı okuyun.