28 Kasım 2010 Pazar

Galatasaray-Beşiktaş

Ali Sami Yen'deki son derbimiz, bu açıdan da çok önemli bir maç. Ayrıca kaybeden takım şampiyonluk yarışında çok ağır bir yara alacak ki Türkiye'nin en büyük takımlarından ikisinin böyle durumda olması da trajikomik. Tek umudum bu maçla ilgili mücadele isteğimizi biraz daha artmış görmek zira elimizde başka bir şey kalmış değil, ha bir de bu kadar önemli bir maçta tribünleri 30. dk'dan itibaren uyutucu tezahüratlar söylerken görmek yerine 90 dk boyunca bağıran taraftar istiyorum.

Son olarak, bir kadro değerlendirmesi yapmak lazım, parantez içi benim tercihim.

Ufuk(Ufuk)- Ali Turan(Sabri)-Neill(Neill)-Servet(Hakan)-Hakan(Insua)-Cana(Cana)-Ayhan(Ayhan)-Sabri(Aydın)-Elano(Elano)-Kewell(Kewell)-Pino(Pino)

Ali Turan sağbekte değil bu takımın tesislerinde bile olmamalı, tamam acımasız olmamak lazım ama bir yerden sonra gereken ruh ve çabayı görmeyince taraftarın sabrının taşması oldukça doğal. Servet ile Hakan arasında seçim yapmak zor, çünkü ikisi de sağolsunlar Rijkaard döneminde nefretimi kazandılar, ama Hakan'dan yana kullanırım stoperde tercihimi ( Rijkaard döneminde bayağı iyi oynamıştı.) Ve tabii ki de Ayhan-Cana-Sabri üçlüsünü defans yaparken yan yana kullanıp atakta Sabri'yi 4-2-3-1'in 3'lüsünün sağında oynatma fikri var ama Hagi bir 4-3-3'çü değil, o yüzden de böyle kazanmaya mecbur olduğumuz bir maçta mutlaka Aydın ya da Emre'yi kullanmalıydık (Aydın daha hızlı ve daha güçlü)

Artık Galatasaray'la ilgili değerlendirmeler yaparken içimi sıkıntı basıyor ve belki önemli olan da bu. Bu galibiyet sadece kısa vadede hedeften kopmamak için önemli, yoksa bizden çok daha iyi olmayan bir Beşiktaş'ı yenmek pek de bir şey değiştirmeyecek malesef.


23 Kasım 2010 Salı

Bir Milyon Canlı Para

Yıllar sonra güzel bir bilgi yarışması izleriz demiştik (Şu anda bir tek Kelime Oyunu var, bir de Passaparola sayılabilir), format da enteresan gelmişti. Fakat görünen o ki bu yarışma izlenmeyecek, iki-üç soruda bir reklam almak ve bir sorunun cevabını söyleyene kadar ekran karşısında izleyiciyi süründürmek tam da Türk televizyonlarında göreceğimiz, görmeyi bekleyeceğimiz bir işti zaten. Hadi ulan 90 dakikalık dizi yapıyor ve onu da 3 saate yayarak yayınlıyorsunuz da bari şu genel kültür-bilgi yarışmalarının bu kadar bokunu çıkarmayın, güzel format var işte elinizde düzgün bir yayın politikası güdün ki izlensin.

21 Kasım 2010 Pazar

Kayserispor-Galatasaray

Zirveden uzaklaşıyoruz, umudumuz gittikçe azalıyor ve belli ki tek amacımız devre arasına kadar kör topal devam etmek, dürüst olmak gerekirse bu kadar eksiği olmasına rağmen ben yenilgi bekliyordum o yüzden sonuçtan memnunum ama diğer yandan oynadığımız oyuna bakılırsa ( 9/20 şut ve %57 topa sahip olma) galip gelmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Hagi'nin hafta içindeki konuşması işe yaramış gibi. Lucas Neill tek kelimeyle "mükemmel" bir oyun ortaya koydu, Sabri hala onla dalga geçenleri utandıracak seviyede mücadele etti. Elano hakkında sürekli gidecek haberleri çıkıyor ama bence yavaş yavaş istediğimiz seviyeye gelecek. Kewell-Pino uyumu sevindirdi, Kewell'ın gücünü daha tasarruflu kullanması iyiydi. Bence kadrodaki en önemli hatalı seçim İnsua'nın yerine Hakan Balta'nın oynamasıydı, neden yedeğe çekildiğini bilmiyorum ama önemli bir şey olmalı ki Hakan gibi formsuz bir adam orda oynasın. Son not düşmek istediğim adam ise, Ali Turan. Şaşırttı açıkçası, böyle devam hocam.

Şu maçta bir galibiyet alabilseydik iyi olabilirdi, liderin iki puan kaybettiği haftada üç puan bir ivme kazandırabilirdi. Şimdi ise Sami Yen'de genelde yendiğimiz Beşiktaş var, kadro kalitesi daha yüksek ama Schuster'in garip tercihleri sağolsun galiba haftayı bir galibiyetle kapatabiliriz. Önemli olan takımın Galatasaray gibi oynaması, mücadele etmesi.

Sinir Birikmesi

Şimdiye kadar blogda hep eskiden yazdığım "komikli yazı" tabir edilen yazıları yazmaya geldim, hep aklımda bu blogu bu tip yazıların yanında siyaset ya da futbol gibi konularla ilgili de kullanabileceğim vardı fakat üşengeçliğim internet kullanıcısı kimliğime de bulaştığı için blogu kullanmak uzun süredir nasip olmamıştı. Fakat eninde sonunda öyle bir noktaya geldi ki durum; yazmak istemedikçe durum kötüleşti, kötüleştikçe daha çok yazmak istemedim ve neticesinde "zükerün ki böyle işi." kıvamına geldim, ki bu kıvam sinirlenilen konularda nirvana noktasıdır, artık ordan sonra yazmamak da zor gelir adama. Her neyse lan işte, giriş böyle. Uzun lafın kısası futbolla ilgili yazı yazacağım yani ben.
Girişi de gayet iyi getirip sonunda sıçtıktan sonra, bana bu konuda çok benzeyen başka bir arkadaşımıza geçiyoruz: Galatasaray. Bana neden benzediğini anlamışsınızdır zannediyorum eğer futbolla ilgiliyseniz, UEFA Kupası'nı kazandıktan sonraki 10 yıllık süre içinde başına 3 yılda 6 teknik direktör değiştirebilen bir yönetim getiriyorsanız, bir futbol kültürü ve stratejisi oturtamıyorsunuz demektir.
Sinirlenmeden devam ettirmek lazım, zira bu konuda çabuk sinirleniyorum: Her büyük takımın bir planı, stratejisi vardır. Samsunspor gibi Kasımpaşa gibi teknik direktör değiştirirsen sen, belli bir süreden sonra sana da asansör takım çalıştırıcısı dediğimiz Yılmaz Vural ve Erdoğan Arıca'dan başka kimse gelmez ( Ha bu vesileyle Yılmaz Vural da üç büyüklerden birini çalıştırma muradına erer, o ayrı konu.)
Her şeye kısa kısa değinmek istiyorum, aksi takdirde yazıyı bitirmek zorlaşacak benim için. Teknik direktör stratejisi konusuna yukarda değindiğim bölümden ayrı olarak şunu söylemek istiyorum: Rijkaard'ı getirip "Sezon sonuna kadar birlikteyiz." deyip pişkin pişkin güler, adamın planladığı hiçbir şeye destek çıkmazsanız adama gülerler gençler, kulüp yöneticiliği inşaat holdingine patron olmaya benzemez.
Sorunlardan biri de yukarıdaki paragrafın son cümlesinde ortaya çıkıyor zaten: Adam holding yöneticisi, iş adamı ve tamam işinde iyidir, bunu kabul ediyoruz hepimiz de bu adam futboldan bu kadar anlıyor mu acaba? Aziz Yıldırım'la Adnan Polat başta olmak üzere Türkiye'deki yöneticilerin futbol konusundaki bu mükemmel özgüvenleri Barça'nın Johan Cryuff'unu ya da Liverpool'un şu anda adını hatırlayamadığım eski futbolcu-yeni danışman'ını düşündükçe daha da komik bir hal alıyor.
Yazı inanılmaz plansız gidiyor ama bakalım şimdi: Strateji eksikliğine baktık, bunu teknik direktör düzeyinde inceledik, yöneticilerin futbola olan müdahale ısrarı ve basiretsizliğini inceledikten sonra sırada altyapı var.
Altyapıya çok da bir şey demeye gerek yok, Türkiye'nin en iyi altyapısına sahibiz, fakat Avrupa'ya baktığımızda aramızdaki fark oyuncularımızı mental olarak yetiştirmeyi beceremiyoruz. Wenger Sercan'la ilgileniyor diye bir haber çıktığında Sercan hemen sanki Agüero olmuş gibi fiziksel idmanı falan boşveriyor, kendi futbol zekasını geliştirmek gibi bir yolu seçmektense spor araba satın alıyor. Şimdi bu dediklerim de "kıskanç ve kendi başarısızlıklarını gençlerin başarılarına laf atarak örtmeye çalışan medya mensubu" sözleri gibi oldu ama öyle değil. Bizim Türkler diyorlar ya "Adım Ali değil Alinho olsa çok farklı olur." diye ben de şunu iddia ediyorum: Wenger Sercan ile değil de Sercan ( bunun da adı Sercan ama Sertzan diye okunuyor, Slovak falan işte) ile ilgilense o Slovak olan Sercan kendini geliştirmekle ilgilenir, taşak kebabı yapmazdı.
Bir önceki paragrafta da hafiften Türk futbolunu da göz önünde bulundurarak böyle bir eleştiri yaptıktan sonra şimdi geliyorum asıl şeye, atar yapmadan şimdiye kadar hakkında söylemek istediğim her şeyi çok derine inmeden söyledim.

Oğlum lan siz bu taraftarı kanser etmeye ant mı içtiniz lan? Hayır ne oluyor lan, bu takım her şeyi yaşadı çok kötü günler gördü, on dört sene şampiyon olamadı, sürekli başarısız sonuçlar aldığı dönemler oldu, ekonomik sıkıntının dibine vurdu. Ama şöyle bir şey vardı işte: Belki de bu sıkıntıların en yoğun olduğu dönemde UEFA Kupası'nı aldık biz, bakma şimdi Fenerlilerin falan taşak geçmeye çalıştığına; küçük bir olay değildi o, Dortmund'un en iyi zamanıydı, Arsenal müthiş bir takımdı, Leeds İngiltere'de coşturmuş gidiyordu. Lan dostluk vardı bu takımda, herkes birbirinin açığını kapatıyordu, birbirlerinin yaptıkları hataya "Banane amına koyayım." demiyor, açığını kapatmak için koşuyordu.
Bakın abicim, Rijkaard'ı sevmeyen çok taraftar var. Kabul edeyim ben bu konuda objektif değilim, ben küçüklükten beri Barça hastası, Ajax sempatizanı, 70'lerdeki Hollanda'ya tapan bi adamım. Cryuff benim gözümde Maradona'dan daha önemli bir adamdır ( Maradona'ya laf atıyorum zannetmeyin kendisi Tanrı'dır.) Rinus Michels dehadır falan, anladınız işte futbol görüşümü. Yani benim bu yüzden Rijkaard'a biraz taraflı baktığım söylenebilir ama Servet Çetin lan, Servet Çetin bak hani Cannavaro desen değil, Puyol desen değil. Adam resmen takımı sabote etti Sarp'la Hakan'la falan birlikte. Diyorduk ki yönetim yapmaz böyle bir salaklık, karşılarında Frank Rijkaard var. Yok ama olur mu, bu ülke Löw'ü, Hiddink'i hatta geçen sene Dünya Kupası'nı kazanan Del Bosque'yi kovdu: Hem de adama Yeniköy Kasabı diyerek.
Lan çok sinirlenmişim, yazıyı planlı bir şekilde Galatasaray'ın teknik ve idari sorunlarından başlatarak sonuna doğru oyuncuların ve takımın durumuna getirip yazıyı bugünkü maça bağlarım dedim ama biraz zor oldu.
Şunu demek istiyorum, bugünkü Kayseri kadrosunu da görünce şunu anlıyoruz: Ya Hagi hakkaten bu tayfayla konuştu dedi ki "Adam gibi oynamazsanız sizi tesislerden dışarı kramponumla kovalar, frikik atar götünüzde top patlatırım." ya da artık Hagi de devreyi bekliyor "Napıcam lan ben bu odun tayfasıyla?" diyor. Ne olursa olsun, bugün son şansları. Taraftarı Ali Sami Yen'in son senesinde o tribünlerde protesto yapmaya zorlamayın, adam olun çıkın topunuzu oynayın.

Not: Şunun yanlış anlaşılabileceğini farkettim. Ben hiçbir zaman oyuncuların yeteneksizliğini ya da futboldaki mental yetersizliklerini konu ederek eleştirmedim. Tamam farkındayım Barış'ın Sarp'ın futbol zekaları 7-8 yaş civarı ( 7-8 yaş civarı futbol zekası: Aa, 2 metre yanımda arkadaş var, hadi ona pas atayım.) Bizim taraftar olarak karşı çıktığımız tek şey: Ruhsuzluk, mücadele etmemek, o armaya gereken saygıyı göstermemek.

Oh ulan, içimde kalacağına yazayım blogda dursun. Haydi ulan, armanızı bilerek, bu takımın değerini bilerek oynayın, 10'u üzmeyin, alın şu üç puanı!